Türkiye giderek daha da derinleşen ekonomik, sosyal ve siyasal krizlerin sarsıcı etkileri altında seçime doğru ilerliyor. Seçim atmosferi esas olarak çok yönlü krizin halk sınıfları üzerindeki derin etkilerinin görünmez kılınması için kullanılıyor. Düzen siyasetinin çatışan blokları sahte vaat ve çözüm önerileriyle yaşanan krizin gerçek nedenlerini gözlerden gizleme noktasında ortaklaşmış durumda. Bu durum eşyanın tabiatı gereğidir. Düzenin temel siyasi aktörlerinin varoluş nedeni sömürü ve baskı düzenini korumak ve sürdürülebilir kılmaktır.
Son yıllarda görülmemiş bir yoksullaşma ve mülksüzleşmesaldırısıyla karşılaşan halk sınıflarının birikmiş öfke ve enerjisinin düzen kanalları içinde soğurulması ülke egemen sınıfları ve emperyalizm açısından bu seçim sürecinin en önemli hedefini oluşturmaktadır. Ülkedeki bağımlı kapitalist sermaye birikimi rejiminin yapısal karakteristiklerinin emperyalist-kapitalist dünya sisteminin derin kriziyle yaşadığı etkileşim çok yönlü krizin asli temelini oluşturuyor. Bu sürece bir dizi kendine özgü eleman kazandıran unsur, son 20 yılda ülkede siyasal iktidarı elinde tutan ve Recep Tayyip Erdoğan kimliğinde sembolize olan rantçı-talancı, gerici siyasi güçlerdir.
Seçim sürecinde düzenin siyasi bloklarının konuşmadığı, tersine konuşulmasını engellemek için ellerinden gelen her şeyi yaptığı temel meselelere bizatihi onların kurumlarından gelen bir dizi veriyle bakmak verimlidir. Verilerine güvenilmeyen TÜİK’in yeni yayınlanan 2022 Gelir ve Yaşam Koşulları raporuna göre, ülkede en yüksek gelir sahibi % 20’lik dilim toplam gelirin % 48’ini alıyor. Geri kalan % 80 % 52’yi. Bu kaba veriler dilimler arasındaki iç dağılıma işaret etmiyor, genel bir fotoğraf sunuyor ancak en üstteki %20’likdilimin asıl büyük parçaya el koyanının piramidin en tepesindeki Finans-Kapital grupları olduğu muhakkak.
Rapora göre, en altta yer alan % 20’lik dilim toplam gelirin % 6’sını alıyor. Yoksullaşmanın ve mülksüzleşmenin boyutlarını bu güvenilmez devlet kurumunun kaba verilerinden görmek mümkün. Türkiye gelir eşitsizliğinde dünya beşincisi konuma gelmiş durumda. Yoksullaşmanın boyutlarını görmeye olanak sağlayan başka veriler Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı raporunda bulunuyor. Bu rapora göre, Türkiye’de 14. 8 milyon insan kronik olarak yetersiz besleniyor. Dünya Ekonomik Forumu raporuna göre, Türkiye gıda enflasyonunda dünya beşincisi ve gıda enflasyonu oranı % 77. Gıda enflasyonunun halk sınıfları açısından taşıdığı önem biliniyor. Bunun tek anlamı, ekmeğin giderek daha fazla küçülmesi, tencerenin daha zor kaynamasıdır.
Düzenin güvenilmeyen kurumları dahi halk sınıflarına yönelmiş büyük saldırının boyutlarını gizleyemiyor. Halk sınıflarının yaşadığı derin yoksullaşma bir süredir kimi solcu iktisatçılar tarafından “bölüşüm şoku” olarak kavramlaştırıldı. Bölüşüm şoku esas olarak, Finans-kapitalin emekçilere yönelttiği bir sınıfsal taarruzun kod adıdır. Emekçiler bu taarruzu sadece kendi örgütlü mücadeleleriyle karşılayabilirler. Küçülen ekmekler ancak düzenin siyasi bloklarının sahte vaatlerine karşı örgütlü emekçi direnişiyle büyütülebilir. Emperyalist-kapitalizmin derinleşen krizinin önemli göstergelerinden biri, Amerika’da art arda batan bankalardır. Derinleşen kriz koşullarında, bağımlı Türkiye kapitalizminin emekçilerinin ağzına sürecek bir parça balı yoktur. Temelsiz hayallerle emekçileri düzene bağlama rolünü oynamaya aday düzen muhalefeti iktidara geldiğinde hızla “acı ilaçları”, “kemer sıkma paketlerini” devreye sokacaktır.
Emperyalist-kapitalizmin krizi yapısaldır ve derinleşmektedir. Lenin’den beri, emperyalizmin yapısal krizlerinin beraberinde savaşları, devrimleri getirdiği bilinir. Devrimlerin kalbi sistemin zayıf halkalarında atar. Türkiye emperyalist-kapitalizmin zayıf halkalarındandır. Bütün bu seçim atmosferinin üzerini örtmeye çalıştığı temel unsur işte bu gerçekliktir. Ağır sömürü ve baskı altında tutulan Türkiye proletaryası, gelecek umutları giderek daha fazla zayıflayan gençlik yığınları, iki kez sömürülen ve cinsiyetçi baskı ve zorbalık altında tutulan kadınlar, temel demokratik ve ulusal hakları için onlarca yıldır verdikleri mücadeleyle elde ettikleri kazanımları yok edilmek istenen Kürt halkı, inancını özgür ve eşit olarak yaşamak isteyen Alevi halkı, emperyalist-kapitalizmin zayıf halkası Türkiye’nin dönüştürücü demokratik-devrimci dinamikleridir. Düzen siyasi bloklarının temel yönelişi, bu dinamiklerin gerçek ve haklı taleplerini istismar ederek onları düzen sınırları içinde tutmaktır.
AKP-MHP faşist iktidarı dayandığı temellerin önemli kısmını yitirmiş bir halde seçime giderken, emekçiler, devrimci-demokratik güçler ve Kürt halk muhalefetinin kurumları üzerindeki baskı ve zora hiç ara vermedi. Zayıflayan temellerini devlet olanakları ve devlet gücüyle tahkim etmeye çalıştı. Faşist iktidarın sözcülerinin son günlerde “seçimin meşruiyeti” hakkındaki ifadeleri, düzen muhalefetinin “yumuşak” iktidar değişimine yönelik isteğine verilen bir yanıt oldu. Emperyalizme çeşitli güvenceler sunmak için uluslararası Finans-Kapitalin önemli sözcülerinden Economist’te bir yazı yayınlatan Kemal Kılıçdaroğlu konuyla ilgili olarak şunları ifade etti: “İktidar partisi muhalefeti susturmak için sürekli baskı uyguladığı, mevcut adaletsiz ve otoriter koşullarda dahi seçimlerle barışçıl bir yönetim değişikliğinin mümkünatını göstereceğiz.”
Kılıçdaroğlu bu yazısının yayınlanmasından bir gün önce yaptığı bir açıklamada taraftarlarına şöyle seslenmişti: “Seçim gecesi galip geldiğimizde kimse sokağa çıkmasın. Sevinç gösterileri yapmasın. Herkes evinde otursun. Ertesi sabah zaten zaten rakamlar netleşecek, YSK mazbatayı vermek zorunda kalacak. Çünkü sevinç gösterileri ile dışarıya çıkıldığında, taşkınlıklar olabilir. Bazıları provokasyonagelebilir. Eli silahlı unsurlar sokağa çıkabilir. Buna izin vermeyecek bir ortamı yaratmak zorundayız.”
Son seçim anketleri Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasındaki farkın çok yüksek olmadığına yönelik işaretler veriyor. Bu durum AKP-MHP faşist güçlerinin seçime müdahale, manipülasyonve sahtecilik yapma olasılıklarını yükseltiyor. Bu noktada aslolan eve kapanmak değil tersine aktif bir halk seferberliğiyle faşist güçlerin hareket alanını daraltmak, onları sokakta ezmek olmalıdır. Düzen muhalefeti halk inisiyatifiningelişmesinden öylesine korkmaktadır ki, faşizmin tasallutundan kurtulmak isteyen halkı davet ettiği yer evlerinde televizyon karşısıdır.
Faşizm sandıkta değil sokakta halk inisiyatifiyle yenilebilir. Sınıf mücadeleleri tarihinin ortaya koyduğu “Tunç Kanun” budur. Düzen muhalefetinin halk inisiyatifinden duyduğu korkunun temelinde kendi sınıfsal ve siyasi karakteri bulunmaktadır. Düzen muhalefeti, halk inisiyatifi bir kez harekete geçtiğinde düzen muhalefetinin çizdiği sınırları hızla aşıp, kendi özgül hedef ve özlemlerine akan bir kanala yönelme potansiyeline sahip olduğunu çok iyi bilmektedir. Bu seçenekte kendi ölümünü görmektedir.
Dünyada ve Türkiye’de emperyalist-kapitalizmin “istikrarlı, barışçıl” bir yola girme ve kısmi reformlarla alt-ezilen sınıfları yemleme olanağı yoktur. Emperyalist-kapitalizm zombileşmiştir. Ondan beklenecek, daha vahşi sömürü, daha ağır baskılar, savaş ve zulümdür. Tarihsel olarak bakıldığında halk sınıflarını yemleme geleneği olan Fransa’da geçtiğimiz haftalarda yanan caddeler ve Fransız ordu birliklerinin şehir merkezlerinde gerçekleştirdiği şehir savaşı tatbikatları gidilen istikameti açık biçimde göstermektedir. Proletaryanın devrimci öncüleri de en az Fransız egemenleri ölçüsünde açık ve berrak bir sınıf bilincine ve hazırlığa sahip olmalıdır.
“İstikrarlı, barışçıl” kapitalizm hayali her kumaştan reformistin hiç bitmeyen isteğidir. Ülkemiz solunun ağırlıklı kısmı, bu seçim atmosferi sayesinde ilerlemekte olduğu yolda büyük bir hız kazanmış ve düzen muhalefetinin organik bir parçası konumuna gelmiştir. Düzen muhalefetine soldan meşruiyet üretme göreviyle sınırlı siyasal tutum halk sınıflarını düzene teslim etme, onları savunmasız bırakma anlamına gelir. AKP-MHP faşizminden kurtulma haklı isteğine sahip halk sınıflarına temel siyasi gerçekleri açıklama ve onlara gerçek kurtuluşun yol ve yöntemlerini gösterme yerine düzen muhalefetini işaret etme bir zorunluluğun değil bir tercihin ürünüdür.
Seçim atmosferinde yaratılan temelsiz hayallerin karşısında hayatın gerçekleri var olmaya devam edecek. Emekçilerin, kadınların, gençlerin, Kürt halkının, Alevi halkının gerçek ve haklı talepleri de varlığını sürdürecek. Bu noktada, hayallerin tuzla buz olduğu ve haklı taleplerin varlığını sürdürdüğü koşullarda devrimci-demokratik seçenek daha canlı bir varlık kazanacak.
Devrimci güçler düzen muhalefetinin kitleleri eve kapatmaya çalıştığı günlerde sokağa işaret etmelidir. Bu noktada Emek ve Özgürlük İttifakı’nın oylarını korumaya ve olası faşist müdahaleleri engellemeye yönelik savunma örgütlenmelerinin hızla sağlanması ve her yerde sokaklarda olunması büyük önem kazanmıştır. Devrimci güçler 15 Mayıs sabahını çetin geçecek yeni mücadele günlerinin başlangıcı olarak saptamalıdır. Emek ve Özgürlük İttifakının sandık güvenliği ve olası müdahalelere karşı örgütlenme ve sokaklarda var olma hedeflerinde Birleşik Mücadele Güçleri öne çıkmalı ve inisiyatif almalıdır. Bu gerçekleştirildiğinde, 15 Mayıs sabahı başlayacak yeni mücadele günlerinde BMG bir adım öne çıkacaktır.