Cenk Ağcabay, Umut Yazıları

Dünya değişirken “ateşle oynamak” – Cenk Ağcabay

G7 ülkeleri Dışişleri Bakanları Japonya’da toplandı. Bakanların görüşmelerinin başlamasının hemen öncesinde bir açıklama yapan bir grup Batılı emekli diplomat ve güvenlik yetkilisi, Batı’nın “her şeyi göze alıp” askeri desteğini arttırmaması halinde Ukrayna’daki savaşın çıkmaza gireceğini söyledi. Batılı “akil insanlar” toplantı öncesi hükümetlerine savaşı büyütme çağrısı yaptı. Neden?

Bu çağrının birkaç temel nedeni var. En önemlisi aylardır süregelen yoğun çatışmaların sonunda Bakmut şehrinin büyük ölçüde Rusya kontrolü altına girmesidir. Ukrayna devlet başkanı Zelenskiy, bir ay önce Bakmut’un düşmesinin çok önemli sonuçlar doğuracağını söylemiş ve “Bakmut düşmeyecek” demişti. Ukrayna’daki bu askeri gelişmeye Fransa devlet başkanı Macron’un Çin ziyareti sonrası yaptığı açıklamalar eşlik etti. Macron açıklamasında, Avrupa’nın ABD’nin “vassalı” olmaması gerekliliğini ve “stratejik bir otonomi” kazanması gerektiğini vurgulamıştı. Bu sözler Batı blokunda ciddi bir çatlak anlamına geliyordu.

G7 Zirvesinde yapılan ikili görüşmeler kapsamında bir araya gelen Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna ile ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın görüşmesinin çok uzun sürdüğü ve çok gerilimli geçtiği Batı basınına akan kulis bilgileri arasında. ABD G7 vesilesiyle “haylaz” vassalına haddini bildirmiş olmalı. Kulislerden akan bir başka bilgi İngiliz yetkililer hakkında. İngiliz yetkililer zirvede yaptıkları konuşmalarda, Rusya’nın Avrupa’ya yönelik güvenlik tehditleri hakkında delegasyonları bilgilendirmiş, Ukrayna’ya askeri desteğin arttırılmasının önemini ortaya koymuşlar. Anlaşıldığı kadarıyla İngiliz yetkililer ittifak içindeki çatlakların derinleşmemesi için harekete geçmiş. Vurguladıkları bir başka konu, Rusya’ya uygulanan yaptırımları delen ülke ve firmaların daha sıkı denetlenmesi ve cezalandırılması olmuş.

G7 Zirvesinde Çin’e yönelik mesajlarda vardı. G7 Dışişleri Bakanları Çin’i Güney Çin Denizi’ndeki “militarizasyon faaliyetleri” konusunda uyardı. Çin yönetimine “Tayvan Boğazı’nda statükonun güç yoluyla değiştirilmesi girişimlerine karşı çıktıkları” yönünde bir mesaj yolladılar. Buna yanıt Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Wang Wenbin’den geldi, sözcü “Bir yanda ‘tek Çin’ politikasının değişmediğini söyleyip diğer yanda Tayvan’ın bağımsızlığını savunan ayrılıkçılara sinyal veren, onları açık ve örtülü şekilde destekleyen ve hatta ayrılıkçılığa karşı çıkmayı ‘statükoyu değiştirme’ olarak niteleyenler, tek Çin politikasına bağlı değil, ayrı kalıyor, Tayvan Boğazı’nda barış ve istikrarı savunmuyor, tehlikeye atıyor” dedi. 

Sözcünün bu açıklamaları yaptığı sırada Bloomberg’de, ABD yönetiminin, olası bir Çin işgaline karşı koyabilmesi için Tayvan’a 400 Harpoon gemisavar füze sistemi satacağı açıklandı. Aynı gün Tayvan basınına düşen haberlerde, “ABD’nin Tayvan silahlı kuvvetlerine askeri eğitim vermek üzere Tayvan’a 200’den fazla asker gönderdiği” bildirildi. Tayvan basını bu haberi askeri kaynaklara dayandırmıştı. Haberde Tayvan Hava Kuvvetlerinden pilotların uzun zamandır Arizona’da ABD Hava Kuvvetlerinden eğitim almakta oldukları da belirtilmişti. Bir tarafta sözde “Tek Çin” politikasına bağlılık diğer tarafta Tayvan’ı silaha boğma. ABD adeta akıllarla alay ederek Tayvan ateşini yakma hazırlıklarını sürdürüyor. Çin Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada, ABD’nin yeni silah satışı anlaşmasıyla, Tayvan konusunda “ateşle oynadığı” belirtildi.  

Geçen hafta Polonya, Macaristan ve Romanya’da gelişen çiftçi eylemlerinin hedefinde “Ukrayna tahılı” vardı. Ucuz Ukrayna tahılının bu ülkelerde birikmesi nedeniyle düşen fiyatlar çiftçileri öfkelendirmişti. Polonya ve Macaristan Ukrayna’dan tahıl ve gıda maddeleri ithalatını yasakladı. Savaşta Ukrayna tarafının en önemli destekçilerinden Slovakya’da Ukrayna gıda maddelerinin ithalini yasaklama kararı aldı. Konuyla ilgili açıklama yapan Slovak yetkili, “Tahıllar dışarı gitmiyor. Hepsi içeride kalıyor. Bu yanlış.” diyordu. Yaşanan bu gelişmeler ittifaktaki çatlakların artmakta olduğunun belirgin işaretleriydi.

Rusya yönetimi Ukrayna ve Rusya tahıl ürünlerinin dünyaya açılması için imzalanan Tahıl Anlaşması’nın yürümediğini ve Rusya’nın anlaşmayı devam ettirmeyi düşünmediğini defalarca açıkladı. Görülüyor ki, Ukrayna tahılı dünyaya değil yakınındaki Avrupa ülkelerine açılmış. Tahıl Anlaşmasının sürdürülmemesinin yaratacağı en önemli sonuç, Avrupa’da gıda maddeleri fiyatlarının tekrar yükselişe geçmesi olacaktır. Rusya’ya uygulanan yaptırımlar dönüp bir kez daha Avrupa emekçilerini vuracak. Dünya gıda tekelleri istikrarsız ortamdan yararlanıp vurgunlarını daha da arttırırken, emekçiler ekmeklerinin daha da küçülmesi gerçeğiyle karşı karşıya kalacak.

Rusya’ya uygulanan yaptırımlar en fazla emekçileri vuruyor ama sadece bu kadar değil. Hindistan, savaştan önce toplam petrol ihtiyacının yaklaşık %1’ini Rusya’dan karşılıyordu, şimdi petrolünün %51’ini Moskova’dan satın alıyor. Hindistan Moskova’dan aldığı petrolü işleyip Avrupa’ya satıyor. Savaştan önce toplam petrol ithalatının% 25’ini Rusya’dan gerçekleştiren Çin, şimdi ihtiyaç duyduğu petrolün % 36’sını Rusya’dan alıyor. Hindistan ve Çin’in aldıkları petrol Rusya’nın yaptırımlardan az etkilenmesinin en önemli nedenlerindendir. Avrupa ülkeleriyse Hindistan ve Çin’den aldıkları petrol ürünlerine geçmişe göre çok daha yüksek bedeller ödüyor. Konuyu takip eden bir araştırma kurumuna göre, Çin ve Hindistan şu anda Rusya’nın petrolünün yaklaşık %90’ını satın alıyor

Çin’in dünya sahnesinde daha görünür olmasının önemli göstergelerinden biri, Macron’un ardından Brezilya devlet başkanı Lula’nın Çin ziyaretiydi. Lula Çin’de ilk gün dünya çapındaki faaliyetlerinin yasaklanması için ABD’nin yoğun çaba harcadığı Huawei’nin tesislerini gezdi. Çin lideri Jinping’le buluşmasında Huawei’ye yaptığı ziyarete işaret eden Lula, “Dün, Çinlilerle ilişkilerimizde hiçbir önyargımız olmadığını dünyaya göstermek istediğimiz için Huawei’yi ziyaret ettik. Kimse Brezilya’nın Çin ile ilişkilerini geliştirmesini yasaklamayacak.” dedi. Lula’nın bu sözleri Huawei’nin faaliyetlerinin yasaklanması için pek çok ülkede faaliyet yürüten ABD’ye yönelik açık bir mesajdı.

Brics Bankası olarak tanınan Yeni Kalkınma Bankası’nın Pekin’deki bir etkinliğine katılan Lula, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS grubunun ticarette dolara alternatif para birimi araması çağrısı yaptı. Lula, “Her gece kendime şu soruyu soruyorum: Neden tüm ülkeler ticaretlerini dolara dayandırmak zorunda? Neden kendi para birimimizle ticaret yapamıyoruz? “ dedi. “Herkes tek bir para birimine bağımlı” diyen Lula, Brezilya ile Çin, Brezilya ve diğer ülkeler arasındaki ticari ilişkileri finanse edecek bir para birimi geliştirme önerisini getirdi. Lula’nın konuşmasındaki önemli bir vurgu emperyalist finans dayatmalarına ilişkindi. Lula şunları söyledi:

                “NDB (Yeni Kalkınma Bankası), Küresel Güney’in büyük bankası olmak için tüm şartları yerine getiriyor. İlk kez, başlangıç aşamasında gelişmiş ülkelerin katılımı olmaksızın küresel ölçekte bir kalkınma bankası kuruldu. Bu nedenle, geleneksel kurumlar tarafından gelişmekte olan ekonomilere dayatılan koşullulukların prangalarından özgür. Ve dahası: Projeleri yerel para biriminde finanse etme imkanına sahip. Hiçbir banka, IMF’nin şu anda Arjantin’de yaptığı veya uzun süre Brezilya’da ve her üçüncü dünya ülkesinde yaptığı gibi ülkelerin ekonomilerini boğmamalı. Hiçbir lider ülkesi borçlu diye boğazına bıçak dayalı halde çalışamaz. Yükselen ekonomilerimizi, bizi yönetmek isteyen geleneksel finans kurumlarına boyun eğmekten kurtarabiliriz.”

Geçtiğimiz ay aralarındaki ticareti kendi para birimleriyle yapmak için bir anlaşma imzalayan iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesinde bu ziyaretin önemli sonuçlar doğurması çok muhtemel. Hiç kuşku yok ki, Lula’nın ziyaret sırasında yaptığı bu konuşmalar ABD tarafından sıkıştırılan Çin açısından önemli bir diplomatik ve siyasi başarıdır. Doların hakimiyetinin ve Amerika’nın Çin şirketlerine karşı uyguladığı baskıların Brezilya gibi bir ülkenin lideri tarafından açıktan eleştirilmesi aynı zamanda değişen dünya dengelerinin önemli bir göstergesidir.

Lula Çin ziyaretinde Ukrayna savaşı hakkında da önemli açıklamalar yaptı. Lula konuşmasında, “ABD’nin savaşı teşvik etmeyi bırakması ve barış hakkında konuşmaya başlaması gerekiyor. Avrupa Birliği’nin de barış hakkında konuşmaya başlaması gerekiyor.” dedi. Lula, ayrıca barışçıl bir çözüm için arabuluculuk yapacak bir grubun oluşması gerektiğini ve kendisinin bu grupta yer almak için hazır olduğunu belirtti. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü John Kirby günlük basın toplantısında, Brezilya Devlet Başkanı Lula’nın konuşmalarını değerlendirdi. Kirby’e göre, Lula’nın konuşmaları, “Gerçeklere bakmadan Rus ve Çin propagandasını papağan gibi” tekrarlıyordu.

Lula’nın bu konuşmasından bir gün sonra, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov Brezilya’da mevkidaşıyla bir aradaydı. Lavrov düzenlenen basın toplantısında, Lula’nın Çin’deki açıklamalarını öven bir konuşma yaptı. Bunlara yanıt, Ukrayna Dışişleri Bakanlığı sözcüsünden geldi. Sözcü, Lula’nın savaşın koşullarını bilmediğini, Ukrayna’ya gelip doğrudan görmesi gerektiğini söyledi. ABD ve Ukrayna yönetiminin bu tutumları barış için müzakerelerin başlaması değil, NATO’nun çıkarları doğrultusunda son Ukraynalı kırılana kadar savaş politikasının devamlılığı yönündeki kararlılığın sürdüğünü gösteriyor.

Çin’in uluslararası politika ve diplomaside ağırlık taşıyan bir aktör olarak daha fazla inisiyatif alma adımları çerçevesinde Ortadoğu’ya yönelik açılımı Pekin’de Suudi Arabistan ve İran’ın imzaladığı anlaşma olmuştu. Bu anlaşmanın ilk meyveleri Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdat’ın gerçekleştirdiği Suudi Arabistan, Cezayir ve Tunus ziyaretleri oldu. Bunları Suudi Arabistan Dışişleri Bakanının Suriye ziyareti izledi. 12 yıl sonra ilk kez üst düzey bir Suudi yönetici Şam’daydı. Suriye’ye uygulanan siyasi ve diplomatik tecrit kırılma yoluna girmişti.

Ortadoğu’daki bu gelişmelerden en fazla rahatsızlık duyanların ABD ve İsrail olduğu biliniyordu. İsrail bu gelişmelere yanıtı Suriye’de artan hava saldırıları ve Filistin halkına yönelik saldırılarıyla verdi. Çin devlet medyası geçtiğimiz gün, Çin Dışişleri Bakanı Qin Gang’ın İsrail ve Filistinli üst düzey diplomatlarla ayrı ayrı telefon görüşmeleri yaptığını duyurdu. Qin, İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen ile pazartesi günü yaptığı telefon görüşmesinde “barış görüşmelerini sürdürmek için adımları” teşvik etti ve “Çin’in bunun için kolaylık sağlamaya hazır olduğunu” söyledi. Çin Dışişleri Bakanının bu girişimleri, Çin yönetiminin Ortadoğu siyasetine kendi tarzıyla daha fazla müdahil olma isteğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

Suudi Arabistan’ın başkentine bugün gelen Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye Suudi yöneticilerle toplantılara başladı. Suudi Arabistan’ın bu girişimi, onun hem Filistin meselesinde hem de bölge siyasetinde daha aktif bir konum almak için hamleler geliştirdiğini gösteriyor. Bugün gelen fotoğraflar, Suudilerle ilişkilerini geliştirmek için çaba harcayan İsrail’i üzecek. Bölgede yeni siyasi dengelerin oluşumunu hızlandıracak.

Dünyada güç dengeleri ve siyasi konumlanışlar değişiyor. Bunun temel nedeni dünyanın ekonomik ağırlık merkezinin değişmesidir. Son mali raporlar BRICS’in halihazırda dünyanın en büyük gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) bloğu olduğunu ve küresel GSYH’ye %31,5 oranında katkıda bulunarak, %30,7 oranında katkıda bulunan G7’nin önüne geçtiğini göstermektedir. Bu değişim dünyanın her yerinde etkiler yaratmakta, ABD merkezli Atlantik bloğunun çizdiği çerçevenin içine sığmamaktadır. İçine girilen dünya savaşı konjonktürü bu gerçekliğin ürünüdür.

Paylaşın