Çeviriler, Gündem

Karl Marx: Her şeyden önce devrimci- Kate Connelly (Çeviri: Cansu Akkılıç)

Friedrich Engels, 17 Mart 1883’te Karl Marx’ın Highgate Mezarlığı’ndaki mezarının başında bir konuşma yaptı. Orada yas tutan küçük bir gruba “Marx her şeyden önce bir devrimciydi” dedi, büyük dostunun hayatını düşünerek.[1] Engels’in bu sözü sık sık alıntılanmıştır, ama Engels’in esasında ne demek istediği burada düşünmeye değer.

Elbette, Marx devrimde yer aldı. 1848’de Avrupa’yı kasıp kavuran büyük devrim dalgasında Marx ve Engels direnişçilere katıldılar. Tehlikeli bir “radikal” olduğu için Brüksel’den sürgün edilen Marx, gazeteci ve editör sıfatıyla devrimci Fransa üzerinden Prusya’ya gitti. Otokratik Prusya devletine karşı demokratik reformlar için çabalayan, devrimin en iyi şekilde nasıl başarılı olabileceğine dair tartışmalarda etkili bir katılımcı oldu.

Devrim bastırılırken Marx’ın gazetesi kapatıldı ve yazılarından dolayı yargılandı. Marx sonrasında ise Prusya devletinin zulmettiği diğer devrimcilerin savunmasına yardım edecekti. Yine Marx’ın gazetesinde çalışan Engels de devrimci silahlı mücadeleye katılacaktı.

1848’de yeşeren devrimler, karşı-devrimci saldırılarla bastırılmaya çalışılırken diğer pek çok devrimci gibi Marx da sürgüne zorlandı. Hayatının geri kalanında Londra’da- dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkesinin kalbinde ve Britanya İmparatorluğu’nun merkezinde- gerici bir iktidarın politik iklimine katlanarak yaşadı. Sürgün yıllarında yazdığı muazzam kitabının adı “Devrim” değil, “Kapital” idi. Peki, Karl Marx nasıl bir “devrimci”ydi?

İnsanlığın devrimci tarihi

Şimdiye kadar var olan tüm toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir.”[2] 1848 devrimlerinin patlak vermesinden sadece birkaç hafta önce Marx ve Engels tarafından yazılan Komünist Parti Manifestosu’nun ilk bölümü böyle başlar. Onların bu cümlesi insanlık tarihine devrimci bir yaklaşımdı ve bugün de hala öyle.

“Kendi” tarihimizi tanımlarken nasıl yönlendirildiğimizi bir düşünün: İngiliz kraliyet hanedanları, Georgialar, Tudorlar, Victoryalılar… Bunlar bize, ülkedeki en ayrıcalıklı oldukları dönemde çok “seçkin” birkaç kişinin adı dışında kesinlikle hiçbir şey ifade etmiyor, aynı zamanda pek yaygın bir deneyime de işaret etmiyorlar. Sıradan insanlar tarihsel anlatılarda nasıl olur da yazılmaz? Dahası, değişimin yalnızca toplumun tepesinde gerçekleştiği savunulurken, köklü hiçbir şeyin esasında değişmediği de iddia edilir– “Kral öldü, yaşasın kral!” [İngiliz hükümdarının adına indirgenerek anılamayacak tarihin geri kalanı ve İngiltere’nin ada toprağı olmayan yerlerdeki tüm medeniyetleri özetlemek için “Mısırlılar” tanımı genellikle yeterli kabul edilir].

Marx’ın tarihe yaklaşımı bundan tamamen farklıdır; Manifesto, bireylerin yerine farklı toplumların sosyal yapılarını tanımlar ve “özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, bey ile serf, lonca ustası ile kalfa, tek sözcükle, ezen ile ezilen” tarihlerini kaydeder.[3] Marx, tarihimiz hakkında şunu sorar: Ne ürettik ve hangi koşullar altında ürettik; kölelik mi, serflik mi yoksa ücretli emek mi? Sonrasında ise toplumsal ilişkilerden hangi gerilimlerin ve bu çatışmalardan hangi değişikliklerin meydana geldiğini inceler.

1845’te yayınlanan Kutsal Aile‘de Marx, tarihin insanların eylemlerinden başka bir şey olmadığını çok net bir şekilde açıklar: “Tarih hiçbir şey yapmaz, hiçbir muazzam servete sahip değildir, savaş çıkarmaz. Tüm bunları yapan, sahip olan ve savaşan, insandır, gerçek yaşayan insandır, ‘tarih’ deyim yerindeyse kendi amaçlarına ulaşmak için araç olarak insanı kullanan ayrı bir kişi değildir; tarih, kendi amaçları peşinde koşan insanın faaliyetlerinden başka bir şey değildir.”[4] (1848 devrimlerinin yenilgisinden sonra, insanların kendi tarihlerini yapmalarına rağmen, bunu kendi seçtikleri koşullar altında yapmadıklarını da ekleyecekti.[5])

Tarihsel değişimde insanın rolünü gizleyen tarihsel anlatılar, çoğu zaman iddia ettikleri gibi nötr veya objektif değildirler; bunun yerine, bugünü değiştirmekle uğraşanların güçsüzleştirilmesine etkili bir şekilde katkıda bulunurlar. Bunların aksine, Marx’ın yaklaşımı, tümü insan eliyle gerçekleştirilen bir tarihsel değişim üzerinde ısrar eder. Ekonomiye bakışına da bu yaklaşımı güç verir. Kapital’e “Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği, ‘muazzam bir meta birikimi’ olarak kendini gösterir[6] diyerek başlar. Daha sonra, zenginliğin metalardan geliyormuş gibi “görünmesine” rağmen, aslında insan emeğinin ürünü olduğunu göstermeye devam eder. İnsanlar kendi dünyasını yaratır ve bu yüzden de onu değiştirebilirler.

Devrimci kapitalizm

Marx, insanlık tarihinin devrimci değişim tarafından şekillendirildiğini savunurken, burjuva ya da kapitalist sınıfın giderek artan egemenliğinin özellikle devrimci bir tarihsel aşama başlattığını ileri sürmüştür. Her zamanki gibi, neyin üretildiğini ve hangi koşullar altında üretildiğini sorar. Burjuvazinin yükselişiyle koşulların değiştiğini, eski feodal düzenin karmaşık toplumsal ilişkilerinin devrimci bir müdahale ile karşı karşıya kaldığını görür:

 [Burjuvazi] insanı ‘doğal efendiler’ine bağlayan çok çeşitli feodal bağlan acımasızca kopardı ve insan ile insan arasında, çıplak çıkardan, katı ‘nakit ödeme’den başka hiçbir bağ bırakmadı.[7]

Marx ayrıca, kapitalizmin üretken kapasitesinin tarihsel olarak emsali olmadığından neyin üretildiği sorusuna verilecek cevabın da benzer şekilde devrimci iddialarla dolu olduğunu tespit etti:

Burjuvazi henüz yüzyılı bulmayan sınıf egemenliği süresince daha önceki kuşakların hepsinden daha büyük ve devasa üretici güçler yarattı. Doğa güçlerine boyun eğdirilmesi, makineler, kimyanın sanayi ve tarıma uygulanması, buharlı gemiler, demiryolları, elektrikli telgraflar, koskoca kıtaların tarıma, nehirlerin gemiciliğe elverişli kılınması, mantar gibi biten dev nüfuslar[8]

Bununla birlikte, kapitalizm bu çok büyük zenginliğin üretimine izin vermesine rağmen, toplumdaki bu tüm zenginliği üretenler, makinelerde çalışanlar, demiryollarını ve kanalları inşa edenler, ürettikleri üzerinde hiçbir kontrole sahip değillerdi ve ürettiklerinden yararlanma fırsatları çok azdı.

1840’ların başında yazılan el yazmalarında Marx, 19. yüzyıl şehirlerinin kirli, aşırı kalabalık ve pis gecekondu mahallelerinin yıkıcı bir tanıklığı sağladığını, gelişmiş kapitalist uygarlığı üretmek için gerekli olan sınıfın insan varlığının temel gereksinimlerinden bile sıklıkla yoksun bırakıldığını gözlemledi:

İşçi için temiz hava gereksinimi bile ihtiyaç olmaktan çıkar. […] Aeschylus’ta Prometheus’un en büyük armağanlardan biri saydığı, vahşiyi insanlaştıran, aydınlık bir ev, artık işçi için yoktur. Işık, hava, vb.- en ilkel hayvansal temizlik- insan için bir ihtiyaç olmaktan çıkar.[9]

Gerçekten de kapitalizm insanlık dışı bir sistem.

İşçi sınıfı devrimi

Marx, neyin hangi koşullar altında üretildiğini saptadıktan sonra bu durumun yarattığı gerilimleri incelemeye devam etti. Marx’ın vardığı sonuçlar, bizzat işçilerin eylemlerinden çıkarılmıştı; kapitalizmin en gelişmiş biçimine sahip ulus olan Britanya’da, işçiler en gelişmiş kolektif örgüt modeline sahipti. İşçiler, gücünü yalnızca kolektif olarak gösterebileceklerinin farkına vararak, yoğun devlet baskısı karşında ücret artışları, daha kısa çalışma saatleri ve daha iyi çalışma koşulları talep etmek için sendikalar kurdular.

Çartist işçi sınıfı hareketi, 1842 yılında Britanya demokrasi mücadelesinde ilk genel grevi ateşledi. Marx, kapitalist sınıfın daha fazla sayıda işçiyi daha fazla kar için bastırılamaz bir arzuyla toplamasıyla, işçilerin kendilerinin de sömürülere direnmek için kolektif olarak örgütlenebileceklerini öğrendiklerini gördü. İşçiler, mevcut sistem içinde özel çıkarları olmadığı için kapitalizm altında özel bir konuma yerleştirildiler: büyük servet veya özel mülkiyet rezervleri yoktu, başka bir toplumsal grubun sömürülebileceği hiçbir sektörleri bulunmuyordu.

Kapitalizmin sürdürülmesinde hiçbir çıkarı ve koruyacakları herhangi bir ayrıcalıklı statü olmadığından işçilerin çıkarları kapitalizmin devrimci devrilmesiyle bağlantılıydı; başarılı bir işçi sınıfı devrimi, sadece bir toplumsal kesimin kısmi kurtuluşuyla bağdaşmayacak, herkesi kapsayan bir kurtuluşu gerçekleştirecekti. Kârının kaynağı olarak tamamen işçilere bel bağlayan burjuva kapitalist sınıf, böylece “kendi mezar kazıcılarını” da yaratmıştı.[10]

Marx’ın sisteme meydan okuyan işçi sınıfı devrimine ilişkin analizi, başta Fransa olmak üzere, 1848 devrimlerinde tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Kralı tahttan indiren ve bir cumhuriyet kuran Şubat 1848 devriminden sonra, Fransa’daki işçiler, işçi sınıfının yeni toplumun kazanımlarından pay almasını talep ettiler. Hükümeti ‘çalışma hakkı’ ilkesini, işsizlik ve yoksulluğun çalışan insanların başına gelen doğal felaketler olarak görülmemesi gerektiğini, bunun yerine çalışanların geçimini sağlamanın toplumsal bir sorumluluk olduğunu, kabul etmeye zorladılar.

Cumhuriyetin ilk aylarında hükümet bu nedenle işsizlere iş sağlamak için halk atölyeleri kurdu. Bu atölyeler, pek de ideal girişimler değildi; askeri hat ve çalışma doğrultusunda organize edildiler, genellikle yararsız ve zahmetliydiler ve kötü planlanmışlardı. Ne var ki Haziran 1848’de hükümet, halk atölyelerini kapatma ve bu sınırlı tavizden bile dönme planını açıkladığında, Paris’te bir işçi sınıfı ayaklanmasına neden oldu.

Marx, Haziran direnişçilerini destekleyen çok az sayıdaki önde gelen figürden biriydi ve ayaklanmayı duyduğu andan itibaren kayıtsız şartsız ve tüm kalbiyle destekledi.[11] Ayaklanma vahşice bastırıldı; Fransız ordusu sadece barikatları değil, işçi sınıfının evlerini de bombaladı, binlercesi öldürüldü, binlercesi de hapsedildi ve sürgün edildi.

Kanlı olaylar sonrası yazan Marx’ın dili oldukça şaşırtıcıydı; hararetle desteklediği ayaklanmayı “güzel devrim” olarak tanımladığı Şubat devriminin aksine “çirkin devrim, kötü devrim” olarak tanımladı.[12] Aslında Marx, Haziran ayaklanmasının toplumun kalbindeki sömürü ilişkisine meydan okumak yerine (örneğin Şubat devriminin monarşiye karşı olması gibi) eski toplumun birden fazla bölümüne meydan okuduğu için bunun kötü bir devrim olduğuna işaret ediyordu.

Marx’ın Neue Rheinische Zeitung gazetesinde Engels, Haziran ayaklanmasının bastırılmasını “Roma köle savaşı”na, Lyons’daki 1834 işçi ayaklanmasına ve Cezayir’deki Fransız sömürgeciliğine benzetti (ikinci bahsedilen durumdaki aynı komutanların çoğu Haziran 1848’de Cezayir direnişinin ve Parisli işçilerin bastırılmasında yer almışlardı).[13] Tüm bunlar olurken Marx da Haziran direnişçilerinin bastırılmasını Rus İmparatorluğu’nun 1831’de Varşova’yı bastırmasına benzetti.[14]

Bütün bu örnekler, tıpkı köleliğe veya imparatorluğa karşı bir başkaldırının mevcut toplumsal düzene varoluşsal bir tehdit oluşturması gibi, Marx ve Engels’in işçi devrimini modern toplumun yapılarıyla ne ölçüde bağdaşmaz gördüğünün altını çiziyordu. Gerçekten de Marx’ın işaret ettiği gibi, Haziran ayaklanması “düzen” sloganı altında bastırılmıştı, çünkü direnişçiler tam da sömürücü ekonomik ilişkiler tarafından şekillendirilen toplumsal düzene meydan okumaya cüret etmişti.[15]

Her ne kadar “Vive la République!”, “Vive la République démocratique et sociale!” (“Yaşasın demokratik ve sosyal cumhuriyet!”) diye slogan atmak suç olsa da hükümet 1850’de bu noktayı açıkça değerlendirdi.[16] Haziran ayaklanmasının ardından burjuvazi, demokrasiye bağlı olmaktan çok işçi sınıfı devriminden korktuğunu gösterdi ve ‘düzeni’ koruma mantığıyla kendi devrimini terk etti.

Sonrası

Marx, 1848 devrimlerinin yenilgisinin gölgesinde, kapitalist topluma ilişkin en yoğun çalışmasına devletlerin en kapitalistinde başladı. Bu çalışmaları, dünyayı değiştirmek için onu yorumlama çabasıydı. Hayatının geri kalanını işçi sınıfı örgütlenmesinin ulusal sınırlar ötesinde yeniden inşasına ve yaygınlaştırılmasına adadı. 1864’ten itibaren Uluslararası İşçi Birliği’ndeki öncü rolü bunun en çarpıcı örneğiydi. Amerikan iç savaşından İngiliz emperyalizmine karşı isyanlara ve Paris Komünü’ne kadar her büyük özgürlük mücadelesine güçlü desteğini gösterdi ve çözümleme becerileriyle katkıda bulundu.

Marx, insanlara gelecekteki bir devrimin nasıl olacağını veya nasıl olması gerektiğini söylediği için bir devrimci değildi. Marx bir devrimciydi çünkü kapitalizmi tüm çirkinliğiyle analiz ederek, kapitalizm nezdinde emek sarf eden insanların hiçbir şey ifade etmediği ideolojisini kökten değiştirdi. Kapitalist toplumda zenginliğin zenginler tarafından değil, işçi sınıfı tarafından yaratıldığını göstererek, işçilerin örgütlenmeleri halinde, kendi seçtiğimiz koşullarda yaşayabilmemiz için bu toplumda devrim yaratabileceklerini savundu.

Kate Connelly yazar ve tarihçidir. 2003’te İngiliz savaş karşıtı hareketinde öğrenci grevlerine öncülük etti, 2013’te Emily Wilding Davison’ı Anma Kampanyası’nı koordine etti, aynı zamanda Counterfire’ın önde gelen üyelerinden biri. Beğeni toplayan ‘Sylvia Pankhurst: Suffragette, Socialist and Scourge of Empire’ adlı biyografiyi yazdı ve yakın zamanda ‘A Suffragette in America: Reflections on Prisoners, Pickets and Political Change‘ kitabına editörlük yapıp tanıttı.


[1] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1883/death/burial.htm

[2] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1848/communist-manifesto/ch01.htm#007

[3] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1848/communist-manifesto/ch01.htm#007

[4] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1845/holy-family/ch06_2.htm

[5] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1852/18th-brumaire/ch01.htm

[6] Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy, Vol.1 (London: Penguin Books, 1990), p.125

[7] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1848/communist-manifesto/ch01.htm#007

[8] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1848/communist-manifesto/ch01.htm#007

[9] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1844/manuscripts/needs.htm

[10] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1848/communist-manifesto/ch01.htm#007

[11] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1848/06/27.htm

[12] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1848/06/29a.htm

[13] Fredrich Engels ‘The 23rd of June’, Karl Marx Fredrich Engels Collected Works, Vol.7, p.130; Engels, ‘The 24th of June’, Karl Marx Fredrich Engels Collected Works, Vol.7, p.134.

[14] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1848/06/29a.htm

[15] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1848/06/29a.htm

[16]  John M. Merriman, ‘Radicalisation and Repression: A Study of the Demobilisation of the ‘Democ-Socs’ During the Second French Republic’, in Roger Price (ed.), Revolution and Reaction: 1848 and the Second French Republic (London: Croom Helm, 1975), pp.219-20

Görsel: Paris, Şubat 1848. (wikimedia commons)

[Counterfire’daki İngilizce orijinalinden Cansu Akkılıç tarafından Umut Gazetesi için çevrilmiştir.]

Paylaşın