Umut Yazıları

Denizlerin yolu – Barışta Erdost

Onsuz 10 yıl oldu…

Barışta Erdost, 17 Mart 2013’de aramızdan ayrıldı. Onu “Sol Yayınları” editörlüğünden, SDP’de yürüttüğü politik faaliyetlerinden ve yine gazetemizin öncellerinden “Gelecek” gazetesinden tanır kamuoyu. Devrimci Parti’nin açıklamasında ifade ettiği gibi “O ihtilalci bir Marksist, mütevazi bir devrimci, tarifsiz bir yoldaştı”. 71 Devrimci kopuşunun izlerine basarak yol arayanlardandı. “Denizlerin yolunda” yazısı tam da kopuşun bu gününe ışık tutan bir yazı.

Anısına arşivimizde bulunan yazısını yeniden yayınlıyoruz.

Denizlerin Yolunda

Ben, Denizler’in idam edildiğini, sabah okula giderken, idam edildikleri cezaevinin birkaç kilometre ötesindeki bir büfenin önünde asılı duran gazetelerin manşetlerinden öğrenmiştim. Baba Dev-Genç sanığı olarak hapiste olduğu için 68’li amcanın çekip çevirmek zorunda kaldığı eve yansıyan karamsar havadan, Denizler’in idamını engelleme çabalarının artık tükenmekte olduğunu hissetmek zor değildi ama çocuk aklımın beslediği beklenmeyen bir şey olacağı umudunun böyle aniden kırılmasına da hiç hazırlıklı değildim. Denizler’in idamıyla birlikte ondan öncesi, yani 68, denize dökülen 6. filo, Kanlı Pazar, Kommer’in yakılan arabası, 15-16 Haziran, Nurhak, Kızıldere bir sis perdesinin arkasına çekildi.

Dolayısıyla benim 68 ve 6 Mayıs üzerine söyleyebileceklerim içerden ve yaşanmışlıklardan çıkarsanan sözler olmayacak. En fazlasından, 68’in bir tür devamı sayılabilecek 12 Mart sonrasının devrimci mücadelesine yansıyan özellikleri içinden çıkartılmış kimi yargılar olarak değerlendirilebilir söyleyeceklerim.

1968 elbette gökten zembille inmedi ama bir anlamda da hepimiz o yıllarda açılan büyük bir kapıdan giriyoruz devrim ve sosyalizm alemine. 1968’in büyük toplumsal dalgasından 12 Mart 1971’e varıldığında, toplumların tarihi bir yana, insan ömrü açısından da kısacık sayılabilecek bu 3-4 yıl içinde, devrimcilik ile marksizm, enternasyonalizm ile antiemperyalizm artık biri diğerinden kopartıldığında bir anlam ifade etmeyecek biçimde etle tırnak gibi iç içe geçmiş, ve sonraki tüm devrimci ve sosyalist mücadelenin devralmaksızın edemeyeceği ideolojik-politik temeller oluşturulmuş bulunuyordu.

68 devrimcileri, çok kısa bir süre içinde kitleselleşerek ve üniversite işgallerinden, toprak işgallerinden, fabrika işgallerinden geçerek, hem burjuva hegemonyasını kırmak hem örtük ve açık devlet terörünü göğüslemek gibi bir zorunlulukla karşı karşıyaydılar. Dünyayı anlamak, yorumlamak ve değiştirmek edimlerinin bu kadar sıkıştırılmış bir zaman diliminde neredeyse üst üste bindirilmesi, bir yandan zamanın ruhunu tartışmasız devrimci kılmakla birlikte, bir yandan da hemen hemen hepsi 20’li yaşlarının başlarında bulunan devrimci önderleri, bu yeni devrimci sürecin dilini, bu süreci yaratırken öğrenmek zorunda bıraktı.

Marx’ın 18 Brumaire’deki sözlerini uyarlayarak aktarırsam: 1968 devrimci kalkışması, şiirsel anlatımını, geçmişten değil ancak gelecekten alabilirdi. Geçmişin bütün hurafelerinden kendisini sıyırmadan, kendisiyle başlayamazdı. Eskiden söz içeriği aşardı, şimdi içerik sözü aşıyordu. Yeni dilin ruhunu özümseyebilmesi, kendini bu dilde özgürce ifade edebilmesi için bildiği dili unutması gerekiyordu.

1968 yalnızca Türkiye’de değil dünyada da tılsımlı bir dönüm noktasıdır. Althusser’in Fransa 68 Mayıs’ına ilişkin şu saptaması, içerik ve yönelimlerindeki belirgin farklılıklara karşın, Türkiye 68’i için de büyük ölçüde geçerlidir:

“Bu hareketin doğmasında ve gelişmesinde uluslararası anti-emperyalist sınıf mücadelesinin zorlayıcı etkilerini görmek pek güç değildir. Aralarından en önemlilerini sayarak bunların genç aydınlar ve öğrenciler üzerindeki etkilerini hatırlayalım: Cezayir Savaşı, Küba Devrimi, Latin Amerika’da gerilla savaşları, dünyanın en büyük askerî gücüne karşı Vietnamlıların yürüttüğü olağanüstü başarılı mücadele, Çin Kültür Devrimi, Amerika’nın büyük şehirlerinde siyah Afro-Amerikalıların şiddetli isyanları ve Filistin Direniş Hareketi… Bu anti-emperyalist mücadeleler ülkelerimizdeki çağdaş gençlik ve genç işçiler arasında olağanüstü bir biçimde benimsendi.”

Deniz Gezmiş’in idam sehpasını tekmelemeden önceki son sözleri “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! diye başlar, Kahrolsun emperyalizm!” diye biter.

Her antiemperyalizmde kaçınılmaz olarak bir milliyetçilik bularak mesafelenmek derdinde olan liberaller, demokratik değerlerini emperyalizme bağımlılık sorunundan azade tutarak koruyabilecekleri yanılsamasının üzerini örtmek için Denizler’in ve 68’in antiemperyalist mücadelesini karalamaya çalışmaktan başka bir yol bulamıyorlar. Sanırsınız ki Denizler’in yolundan gidersek milliyetçiliğe, ittihatçılığa hatta Ergenekon’a varacağımızdan çok kaygılandıkları için bu karalama kampanyasını yürütüyorlar. Öte yandan şoven ırkçılıklarını sözel olarak gizleme ihtiyacı bile duymayan ve “sol” adını kullanmaktan da medet uman Kürt düşmanı çevrelerin Deniz’i bayrak yapmaları da en az liberallerin karalama kampanyası kadar temelsizdir.

Deniz Gezmiş’in boynuna ilmik geçirilmişken haykırdığı beş cümlenin biri “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!”dir.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı, birilerinin sahiplenmek için, ötekilerin mahkum etmek için sıradan milliyetçilere çevirerek öldürmelerine izin vermeyecek olan, Denizler’in yolundan devrime ve sosyalizme gitmek kararlılığında olan Türk ve Kürt devrimci hareketidir. Onları bugüne kadar yaşatan da bu iradedir.

FKF’nin Dev-Genç’e dönüştüğü 68-69 yılları boyunca toplumsal düzene karşı bir başkaldırıya dönüşen gençlik hareketi, bir yandan faşist saldırılar bir yandan polis baskınları ile sertleşen çatışma ortamında hem üniversiteleri ve yurtları korumaya çalışarak kuşatmayı kırmaya çalıştı hem de işçilerin ve köylülerin mücadelelerine, fabrika ve toprak işgallerine yetişmeye çalıştı. 1970, köylü eylemlerinin doruğa çıktığı, işçi sınıfının kendisi için sınıf olma iradesinin 15-16 Haziran patlamasına yol açtığı yıl oldu.

İşçilerin ekonomik mücadelesini devlet sendikası Türk-İş’in tekelinden çıkarmakta olan DİSK’i etkisizleştirmek için özel olarak hazırlanan yeni sendikalar kanunu meclisten geçince 15 Haziran 1970 günü yürüyüşe başlayan işçiler “Savaş Başladı! Bütün Kininiz İşçilere mi?! Yaşasın İşçi Sınıfı! Zincirlerimizden Başka Kaybedecek Bir şeyimiz Yok! Tüm gericiler ve Faşizm Kahrolsun!” sloganları yazan pankartlar açtılar ve İstanbul-İzmit karayolu ve İstanbul’un sanayi bölgeleri işçi yığınlarıyla doldu. İşçiler, kurulan polis ve asker barikatlarını aşarak iki gün boyunca tüm İstanbul’da hayatı felç ettiler. Sıkıyönetim ilan edildi. Dev-Gençliler hem işçi ayaklanmasının içindeydiler hem 15-16 Haziran sosyalist harekette işçi sınıfının devrimdeki rolü konusundaki tartışmaları farklı bir aşamaya sıçratarak hareket üzerinde belirleyici etkide bulundu.

Deniz Gezmiş’in idam sehpasında son sözleri “Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın işçiler, köylüler!”dir.

Deniz Gezmiş son sözleriyle, 68’den 71’e uzanan yolun ayırt edici özelliklerini, dönemin ruhunu en özlü biçimde özetlemiş gibidir. Yazmaktan çok eylemenin, söylemekten çok yapmanın, düzen içi bir efsaneye indirgenemeyecek kanıtını daha başka nasıl sunabilirdi ki?

1974 sonrası yeniden yükselen devrimci mücadelenin büyük ölçüde THKO, THKP-C ve TİKKO’nun 12 Mart direnişinin açtığı yoldan yürüdüğü, Deniz-Yusuf-Hüseyin’in idam sehpasında, Mahir Çayan ve Cihan Alptekin’le birlikte THKP-C ve THKO önderlerinin Kızıldere’de, İbrahim Kaypakkaya’nın Diyarbakır’da işkencede, Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan ve Kadir Manga’nın Nurhak’ta, Hüseyin Cevahir’in Maltepe’de ve Ulaş Bardakçı’nın Arnavutköy’de öldürülmeleriyle, kendi deyimleriyle “hadiseleri durdurduklarını” sananların yanıldıklarını görmelerinin fazla zaman almadığı bilinmektedir.

Şimdi 68’in üzerinden 41 yıl geçtikten sonra, göğü fethe çıkmış bu devrimcilere tarihin tozlu raflarında kalmış silik bir fotoğrafa bakar gibi bakmıyorsak eğer, sözleri ve eylemleri hala yolumuzu aydınlatıyorsa, başardıkları ve başaramadıklarıyla bizim Deniz’imiz, bizim Mahir’imiz, bizim İbrahim’imiz iseler, genç devrimcilerin kendi yollarını çizmeleri ve günümüzün gerektirdiği devrimci eylem biçimlerini bulmaları için pusula değerinde paha biçilmez bir miras bıraktıkları içindir.

Paylaşın