Cenk Ağcabay, Umut Yazıları

Bakmut’la beraber dünya nereye? Tek kutupluluk mu çok kutupluluk mu? – Cenk Ağcabay

Ukrayna savaşının birinci yıldönümü nedeniyle Kiev’de düzenlenen bir askeri törene canlı yayın aracılığıyla katılan İngiliz General Richard Barrons yaptığı konuşmada, savaşın niteliğini oldukça iyi ifade eden şeyler söyledi. Barrons’un şu ifadeleri net bir görüntü sunuyordu: “Savaş Ukraynalıların kanıyla, ancak kendi çıkarımız için veriliyor. Savaşa para, siyasi destek ve silah olarak katkımız Rusya’yla direkt bizim savaşmamızdan çok daha iyi.”


İngiliz generalin bu konuşmasından kısa bir süre sonra, onun sözlerinin hayat içindeki gerçek karşılığı Economist dergisinin yeni bir haberinde gözler önüne serildi. Economist dergisi haberinde, Ukrayna’da son iki ayda seferberlik faaliyetlerinin gözle görünür bir biçimde arttığı bilgisini paylaşmıştı. Ukrayna’nın Batısındaki yetkililerin seferberlik faaliyetlerini “agresif” bir tarzda yürüttüğünü belirten Economist şöyle devam ediyordu: “Lviv’deki askeri cenazelerde, Harkov’daki kontrol noktalarında, Kiev’deki alışveriş merkezlerinde ve Odesa’daki sokak köşelerinde askere çağrı bildirileri yayınlandığı (ve bazen şiddetle uygulandığı) bildirildi.”


Yapılan haberde, Ukrayna vatandaşı Ruslan Kubay’ın yaşadıklarına dikkat çekilmişti. İki eli olmayan ve çocukluğundan beri ağır engelli statüsünde bulunan Kubay doğal olarak askerlikten muaf tutulmuş. Ocak ayı sonunda askere çağrı tebligatını alınca çok şaşırmış. Askerlik bürosuna gittiğinde şaşkınlığı daha da artmış çünkü “yetkililer hatalarını kabul etmek şöyle dursun, üste çıkmışlar ve Kubay’ın askerliğe uygun olduğu” kararında ısrar etmişler. Kubay’ın konuyla ilgili sosyal medya paylaşımları “ulusal bir skandal” niteliği kazanmış ve karar hızla değiştirilmiş. Kubay sosyal medya hesabından, “Kör insanlarımızın bu kadar kolay görmeye başlamasından iğrendim.” mesajını paylaşmış.


Ukrayna’ya para, siyasi destek ve silah katkısının sonuçları Kubay’ın öyküsünde berrak bir görüntü kazanıyor. Savaşın en büyük destekçilerinden Economist dergisi Uluslararası Finans-Kapitalin önde gelen sözcülerindendir. Kubay’ın öyküsünün ve Ukrayna yetkililerinin “agresif” tutumlarının kendine Economist sayfalarında dahi yer bulmaya başlaması, kimi gerçeklerin artık gizlenemez hale geldiğinin bir göstergesidir çünkü Economist’e göre, “Kubay’ın durumu aşırı ama münferit olmaktan uzak bir olaydır.” “Münferit olmaktan uzak olay”, seferberliğin “agresif şiddetle” uygulanmasından başka ne anlama gelir? Bu durum artık emperyalizmin sözcüleri tarafından bile itiraf edilmeye başlamıştır.


Bu itirafın nedeni, savaşın bir yılının ardından ortaya çıkan tablodur. Bu tabloyu daha iyi görmek için emekli Amerikalı subay Troy Offenbecker’in ABC News’e yaptığı açıklamalara bakmak gerekiyor. Offenbecker Ukrayna ordusuyla birlikte gönüllüler saflarında Bakmut cephesinde savaşıyor. Offenbecker açıklamasında, “Sahada durum oldukça kötü. Çok fazla kayıp var. Cephe hattında ortalama yaşam süresi dört saat civarında.” dedi. Bombardımanların gece gündüz devam ettiğini söyleyen Offenbecker, cephenin bir “kıyma makinası”na dönüştüğü bilgisini verdi. Bakmut cephesinde sert çatışmalar yaşanmaya devam ediyor ve Zelensky’nin danışmanı Alexander Rodnyansky CNN’e yaptığı açıklamada, Ukrayna askerlerinin Bakmut kasabasından “stratejik olarak geri çekilebileceğini” söyledi. Rodnyansky, “Şimdiye kadar şehri tuttular ama gerekirse stratejik olarak geri çekilecekler çünkü tüm insanlarımızı bir hiç uğruna feda etmeyeceğiz.” dedi.


Ukrayna devlet başkanı Zelensky iki ay önce yaptığı açıklamada Bakmut için şunları söylemişti: “Bakmut için verilen mücadele, bağımsızlık ve özgürlük savaşımızın yörüngesini değiştirecektir.” Bakmut direnişinin savaşın gidişatında çok önemli bir dönemeç noktası olacağı aylardır Ukrayna yetkilileri tarafından sıklıkla vurgulanan bir unsurdu ancak yörünge değiştirecek savaştan, bir hiç uğruna mücadeleye gelmenin kendisi başlı başına önemli bir noktadır. Almanya’nın Bild gazetesi yeni bir haberinde, Ukrayna devlet yetkililerine dayanarak Bakmut konusunda Zelensky ile Ukrayna Genel Kurmay Başkanı Zalushny arasında anlaşmazlık yaşandığını bildirdi. Zalushny’nin haftalar öncesinde geri çekilme yönünde bir karar almak istediğini ancak bu Kararın Zelensky tarafından engellendiği ifade edilmişti. Zelensky’nin danışmanının sözleri “insanlarımızı bir hiç uğruna feda etmeyeceğiz”, esas olarak bunca insanın “bir hiç uğruna” feda olduğu anlamına gelmez mi?


Bakmut kuşatılmış durumda ve ajanslara kısmi bir geri çekilmenin başladığı yönünde haberler düşüyor. Pentagon şefi Lloyd Austin yaptığı açıklamada, Bakmut’un düşmesinin savaşın gidişi üzerinde ciddi bir etki yaratmayacağını söyledi. Ona göre, “Bakmut stratejik bir değere sahip değil.” Bakmut stratejik bir değere sahip değilse eğer, aylardır bunca insan bu “kıyma makinasına” neden sürüldü sorusunun tek bir yanıtı var; Batı’nın Rusya’ya karşı yürüttüğü vekalet savaşının yıpratıcılığının sağlanması. Yıpratma savaşının sonuçlar vermesi için daha fazla Ukrayna kanının akması gerekiyor. Savaşın birinci yılında ortaya çıkan en önemli sonuçlardan biri, Rusya’ya karşı yürütülen yıpratma savaşının ekonomik ve sosyal yükünün Batılı halkların emekçilerinin sırtına yüklenmesidir. Son haftalarda Berlin’den Londra’ya, Brüksel’den Roma’ya, Paris’ten Viyana’ya yayılan savaş karşıtı eylemler Batılı halkların emekçilerinin savaşın niteliği konusunda daha berrak bir bakış açısına doğru ilerlediğine işaret ediyor.


Bir yılın ardından daha görünür hale geldi ki, sürekli yinelenen “Putin’in savaşı”yla “NATO ittifakı yeniden bütünleşti ve güçlendi” söylemi gerçeğin sadece bir yönünü ifade etmektedir. Doğrudur, ABD NATO üyesi Almanya’nın enerji altyapısını bombalayarak Avrupalı müttefiklerini hizaya getirdi ancak Şubat ayında Hindistan’da gerçekleştirilen G20 Maliye Bakanları Toplantısında da tıpkı geçen yıl Endonezya’da olduğu gibi, Rusya’yı izole etme hamlelerinden ciddi bir sonuç alamadı. Çin, Brezilya, Hindistan, Meksika ve Güney Afrika gibi ülkeler Ukrayna savaşı ve Rusya’yla ilişkiler konusunda kendi bağımsız tutumlarını sürdürmekte ısrar etti. Fransa devlet başkanı Emmanuel Macron Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada, “Küresel Güneyde ne kadar itibar kaybettiğimizi görünce şok oldum” sözleriyle bu durumu ilk ağızdan itiraf etmiş oldu. Macron’un ifade ettiği bu gerçeklik, İngiltere’nin Cambridge Üniversitesinin gerçekleştirdiği kapsamlı bir araştırmanın sonuçlarıyla daha görünür hale geldi.


Cambridge Üniversitesi araştırmacıları 137 ülkeden insanlara Batı, Rusya ve Çin hakkındaki görüşlerini sormuşlar. Araştırma sonuçlarına göre, Batı dışında yaşayan 6.3 milyar insanın %66’sı Rusya’ya, %70’i ise Çin’e karşı olumlu duygular beslemekteymiş. Bu araştırmanın sonuçları Batı basınında tartışılmaya başlandı. Bekleneceği gibi, Batı basınında genel olarak bu sonuca Rus-Çin propagandasının neden olduğu iddia edildi. İnsanlığın kültürel ve sanatsal birikiminde önemli bir yere sahip olan Rus edebiyat ve müzik eserlerinin Batı’da yasaklanmasına varan sansür ve karşı propagandanın boyutları dikkate alındığında bu iddiaların ne denli temelsiz olduğu daha iyi görülecektir. Dahası, Avrupa Birliği tarafından finanse edilen bir think-tank kuruluşu olan Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin yaptığı benzer bir araştırmanın sonuçları, Batı ve dünyanın geri kalanı arasındaki duygusal kopuşun boyutlarına ışık tutuyor. Bu nedenle, rapor yorumlanırken “Küresel nüfusun yüzde 13’ünü oluşturan Batı dünyanın geri kalanıyla ilişkisini kesmiş” değerlendirmelerinin yapılmasına yol açıyor.


Faşist İsrail hükümetinin Batı Şeria’da yerleşimciler eliyle yürüttüğü kampanyalar yeni bir aşamaya ulaştı ve geçen hafta Filistin halkına yönelik yeni pogrom girişimlerine dönüştü. Hawara köyünde Filistin halkının evleri, arabaları, hayvanları asker ve polis desteğiyle faşist yerleşimciler tarafından yakıldı. Ölümler ve yaralanmalar gerçekleşti. Yeni İsrail hükümetinde stratejik iki bakanlığın işgalci yerleşimci faşistlerin liderlerine verilmesi, bu yaşananların habercisiydi. Tüm bu saldırganlığın ardından, 400 saldırgan yerleşimciden sadece birinin 4 gün ev hapsi cezası alması İsrail basınında dahi bazı tepkilere yol açtı. İsrail Maliye Bakanı Betzalel Smotrich konuyla ilgili bir açıklamasında, “Hawara köyünün yeryüzünden silinmesini istiyorum ama bunu devlet yapmalı” dedi. Batı başkentleri konuyla ilgili olarak, yaşanan tırmanmadan duydukları “endişeleri” dile getirdi ve taraflara “itidal” çağrıları yaptı. Batı dışındaki dünyanın düşünsel ve duygusal yönelişlerini belirleyen esas olarak bu örnekte de beliren açık ve net tutumlardır.
Roger Waters Pink Floyd’un kurucularından bir müzisyendir. Sanatsal üretiminin yanı sıra ezilen ve sömürülenlerden yana açık politik tutumunu yüksek sesle ifade etmesiyle tanınır. Geçtiğimiz hafta Roger Waters’ın önceden planlanmış konser programları Almanya’da iptal edildi. İptal kararını duyuran Frankfurt Şehir Yönetimi kararının gerekçesini Waters’ın “dünyanın en tanınmış anti-semitlerinden” birisi olmasına dayandırmıştı. Alçaklığın böylesi gerçekten zor görülür. Kelimenin gerçek anlamında Anti-semit, yüzbinlerce Yahudi’nin katilinin fotoğraflarını ellerinde bayrak olarak taşıyanlara Ukrayna’da milyarlarca Euro akıtan, en gelişmiş silahları verenler Waters’ı anti-semitizmle suçluyordu. Waters’ın suçu tutarlı bir biçimde ezilen ve sömürülenlerin safında yer alması, Siyonist İsrail yönetimini Filistin halkına karşı işlediği suçlardan ötürü mahkum etmesiydi.


Waters’ın konserlerinin onun “anti-semitik” ilan edilerek iptal edilmesi bir tesadüf değildir. Waters aynı zamanda Ukrayna hükümetinin kara listesindedir. Ukrayna’da bir an önce barış masasına oturulmasını istemesi ve Ukrayna’da etkin Banderacı Neo-Nazilerin Rusça konuşan halka yönelik baskı ve şiddetini kınaması nedeniyle kara listeye alınmıştır. İşgalci Siyonizmi ve Banderacı Neo-Nazileri kendi jeo-politik çıkarları doğrultusunda destekleyenlerin halkların dostu bir sanatçıya yönelik bu tutumları kuşkusuz ki eşyanın tabiatı gereğidir. Almanya’nın yönetici seçkinleri Amerikan emperyalizminin boyunduruğu altında bir kez daha uğursuz bir role soyunmuş, Neo-Nazizm ve Siyonizmin etkin koruyucusu konumuna gelmiştir.
Savaşın birinci yılında ortaya çıkan tablonun nesnel bir değerlendirmesi için başvurulabilecek önemli kaynaklardan biri geçtiğimiz günlerde Foreign Policy dergisinde yazdı. Profesör Stephen P. Waltz, Amerika’nın önde gelen dış politika analistlerindendir. NATO’nun doğuda genişleme politikaları ve Maydan darbesi nedeniyle Ukrayna’da büyük bir savaşın patlayacağını 2015 yılında haber veren bir başka önemli Amerikan dış politika analisti Profesör Jean Mearsheimer’la birlikte geçmişte yazdıkları “İsrail Lobisi” kitabı nedeniyle Siyonist devletin yöneticilerinin ve ABD yönetici seçkinlerinin sert saldırılarına hedef oldular. Akademideki saygın konumlarına rağmen ağır saldırılara uğrayan ikili alanlarında çalışmalarını sürdürdüler.


Waltz son yazısında katılımcısı olduğu Münih Güvenlik Konferansı gözlemlerini paylaşmıştı. Waltz ilk kez katıldığı konferansın Ukrayna gündemiyle kaplı olduğunu belirttikten sonra önemli olduğunu düşündüğü bir boşluk tespit etmiş ve bunu şu şekilde ifade etmişti:
“İlk boşluk, bir yanda Trans-Atlantik topluluğu ile diğer yanda küresel güneyin kilit üyeleri arasındaki büyük ölçüde farklı algılar, anlatılar ve tercih edilen tepkilerdi.”
Bu boşluğu tespit eden Waltz, bunun nedeninin küresel güneyin kilit ülkelerinin Batı’nın sürekli dile getirdiği “kurallara dayalı dünya düzeni” kavramına duydukları güvensizlik olduğunu belirtiyor. Waltz ABD işgallerinin ve İsrail’in Golan Tepeleri, Batı Şeria işgalleri karşısında sergilenen tavırların bu güvensizliğe haklı bir zemin kazandırdığını ve ortaya çıkan çifte standardın kavramı son derece tartışmalı hale getirdiğini vurguluyor. Waltz Ukrayna’ya, İsrail’e milyarlarca dolarlık silah sağlayan Batı’nın salgın sürecinde dünyanın geri kalanına aşı sağlama konusundaki isteksizliğinin; Ukrayna’dan gelenlere kapılarını sonuna kadar açan Batı’nın küresel güneyden gelen göçmenlere yönelik tutumlarının mevcut algıları daha da güçlendirdiğini yazıyor.


Waltz’ın yazısında önemini vurguladığı bir başka mesele, Ukrayna savaşında gelinen noktaya dairdi. Bunu şöyle ifade etmişti:
“Münih’te gözlemlediğim ikinci uçurum ise üst düzey yetkililerin kamuoyu önünde dile getirdikleri iyimserlik ile özelde yaptıkları daha kötümser değerlendirmeler arasındaki uçurumdu. Harris, Baerbock, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ve diğer yetkililerin katıldığı ana etkinliklerde, Batı’nın birliği ve uzun vadeli zafer beklentilerine dair iyimser hikayeler duyuldu. Ancak özel görüşmelerde konuşmalar çok daha kasvetliydi. Konuştuğum hiç kimse savaşın yakında sona ermesini beklemiyordu ve hiç kimse Ukrayna’nın önümüzdeki yıl ne kadar yardım alırsa alsın kaybettiği tüm toprakları (Kırım dahil) geri alabileceğini düşünmüyordu. Aslında, daha fazla ölümcül yardım (tanklar, toplar, Ordu Taktik Füze Sistemleri ve savaş uçakları gibi) için giderek artan hararetli çağrılar, Ukrayna’nın ana akım raporların gösterdiğinden daha kötü durumda olduğuna dair bir farkındalığı yansıtıyor olabilir. Konuştuğum insanların çoğu, belki de birkaç ay sonra ateşkesle sonuçlanacak bir çıkmazın devam etmesini bekliyor.”


Waltz’ın verdiği bu bilgiler şaşırtıcı değil. Batılı yetkililerin kameralar karşısında söyledikleriyle, Ukrayna yöneticileriyle kapalı kapılar ardında yaptıkları konuşmaların farklılığı son birkaç haftada Batı basınında defalarca haberleştirildi. Savaşın gidişatını en iyi gösteren tablo Bakmut’taki durumdur. Bahar aylarında yoğunlaşması beklenen büyük çatışmalar savaşın gidişatına dair asıl eğilimleri yansıtacak ve uluslararası alanda yeni bir güç dengesinin oluşmasını sağlayacak. Oluşacak güç dengesinin belirleyici yönü “tek kutuplu” ya da “çok kutuplu” bir dünyanın oluşumundaki etkisi olacak.

Paylaşın