Bu kısa bakış, İran’daki sarsıcı olayların ardından makaleme yaptığım bir ek. Bu özel sayı “Anti-sömürgeci Feminist Tahayyüller” dosyasıyla yayımlandığı için İran’daki mevcut harekete dikkat çekmeyi önemli buldum. Yazıyı bu sayıdaki gündemimiz açsından önemli noktalara dikkat çekmek için dosyaya ekledim.
Sömürgecilikten arınmış, queer, ırkçılık karşıtı ve antiemperyalist bir yaklaşımla araştırma yapan ve ders veren bir feminist olarak, yükselen isyana bakıldığında, İran’daki mevcut hareketin feminist bir devrim olup olmadığı yönündeki, en çok sorulan soruya bir yanıt vermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sorunun kendi içinde ikiye bölünmesi gerekiyor. Birincisi, devrim nedir? İkincisi, İran’da söz konusu olan hangi tür bir feminizm? Sömürgeci modernizm yıllarında devrimden bahsettiğimizde ulus devletin başındaki ayrıcalıklı grubun bir yenisiyle aniden yer değiştirmesini anlıyorduk. Devrim kavramını feminist etik ya da en azından benim feminizm diye tanımladığım şeyle – ırk, sınıf, iktidar ve cinselliğin tarihsel olarak nasıl konumlandığını ve yeniden inşa olduğunu anlamamızı sağlayan bir perspektifle- uzlaştırmak için bir hayli zaman harcadım. Bu anlamıyla, bir ayrıcalıklı grubun diğerinin yerini almasını öngören bir devrimin özünde feminist bir devrim olması mümkün değil. Ancak, devrim derken, patriyarkal söylemi, cinsiyete dayalı ayrımı, din ve devlet adına kadınların bedenleri üzerinde uygulanan sistematik denetimi engelleyen, ani bir dalganın yükselişinden bahsediyorsak, yanıtım evet, bu bir feminist devrim. Evet, şu anda İran’da olan biten, “kadın yaşam özgürlük” hareketi gerçek anlamda bir feminist devrimdir.
Aslında bu devrimin ana sloganı haline gelen “kadın yaşam özgürlük” Kürtçe “jin jiyan azadi” olarak Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de Kürt kadınlarına yönelen devlet şiddetine bir tepki olarak ortaya çıkmıştı. Kısa zamanda da Kürt kadınlarının patriyarkanın, devlet baskısının ve kapitalizmin özündeki sosyo-ekonomik şiddetin boyunduruğundan kurtuluşlarının politik simgesi haline geldi. Kökleri böylesi radikal bir düşünce sistemine uzanan “kadın yaşam özgürlük” hareketi bizlere değişime açık, devrimci bir yol açma potansiyeli taşıyor.
Sık sık gündeme gelen ikinci soru ise İslami teokrasiyi eleştirmenin İslamofobi olup olmadığı. Bu soruya ilişkin etraflı bir birikime sahibiz, özellikle de işgal altındaki Filistin üzerine. İsrail’e yönelik herhangi bir eleştiriyi anti-semitizm diye adlandıranlar (ve bu nedenle Siyonist devletin şiddeti karşısında anlamlı bir tepkiye kapıyı tümüyle kapatanlar) , İslam cumhuriyetine yönelen eleştirileri İslamofobik olduğu gerekçesiyle bastıranlarla yan yan düşüyorlar. Dinin kurumsallaşmış biçimine yönelik eleştiriyi o dinin kendisine yönelik bir eleştiriyle eşitlemenin ve aynı anlama geleceğini söylemenin kendisi, bizzat sorunlu, öngörüsüz ve tehlikeli bir dar kafalılık. İslami milliyetçiliğin, tüm diğer teokratik ve milliyetçi yapılar gibi, patriyarkayı, kadın düşmanlığını, queerfobiyi, millileştirmeyi, seçkinciliği ve etnik, cinsel ve dini azınlıklara yönelik şiddeti meşrulaştıran ayrımcı ideolojiyi, nasıl yeniden ürettiğine ilişkin ciddi bir tartışma ortamı yaratabilmeliyiz.
Son olarak neredeyse on yıl önce Kanada’ya sürgün olmak zorunda kalan bir feminist ve avukat olarak İran’daki olayların çok katmanlı bir analizinin ve bu coğrafyanın emperyalist kışkırtma ve müdahalelerle damgalanmış tarihini de göz önünde bulundurmanın,ihtiyaç olduğunun fazlasıyla farkındayım. Ancak bu gerçeklik bizleri, kadınların, azınlıkların ve diğer İranlıların rejim değişikliğine ilişkin hakiki taleplerini görmekten alıkoymamalı. Bölgede her daim var olan emperyalist baskı, “biz” solcu ve antiemperyalist feministlerin, İranlı kadıların taleplerini yükseltecek ulus aşırı feminist bir dayanışma yaratma çabamıza engel oluşturmamalı. Zira solcu/anti-emperyalist feminist olmak, ya o ya da o diyen bir kıskacın içinde kalarak taraf olmak – ya İran’daki eylemleri desteklersin ya da bölgedeki emperyalist hesapları eleştirirsin- değildir.
Doğrusu içinde dolandığımız kısır döngüden çıkmak. Mümkün olan her zemini kullanmalı, eleştirel bir bakış oluştururken, İran’ın içinden yükselen sesi de geri adım atmaksızın yaygınlaştırmalıyız. Tahayyül dünyamızı ne yapıp ne yapamayacağımız ilişkin korkularımızdan azat edip, kurmak istediğimiz geleceği hayal etmeliyiz. Liberal feminist gündemlere, beyaz keyfiyetçiliğine ve neoliberal propagandaya kulak asmamalıyız. Kendimizi düşüneceğimiz, kendimiz için hayal kuracağımız, birbirimizle konuşacağımız ve ARZU DUYACAĞIMIZ ortama ihtiyacımız var. Solcu ve feminist müttefiklerimizin “bizi” duymalarını istiyoruz çünkü İranlı, queer, yoksul ve sindirilmiş kadınlar, hak ettiklerini her şeyi almaya ihtiyaç duyuyorlar. Ancak biz, yani Batı’da yaşayan ve topluluk olarak yabancı ve beyaz üstünlüğüne aşina olanlar, İran’ın geleceği için kendi arzularımızı ve umutlarımızı işitmekten genellikle korkarız. Ancak en azından hayal edelim, umut edelim ve bu umut kısa sürse de hetero-patriyarkanın olmadığı bir gelecek için umut etmeye devam edelim.
Yaşasın kadın yaşam özgürlük…
Bu yazı Kohl Journal web dergisinin 2023 Kış sayısındaki “Anticolonial Feminist Imaginaries” (Anti-sömürgeci Feminist Tahayyüller) dosyasından Umut Gazetesi için Hülya Osmanağaoğlu tarafından çevrilmiştir. https://kohljournal.press/woman-life-freedom