Rojava Devrimi Orta Doğu coğrafyasındaki özgün gelişimini tüm karşı devrimci saldırılara rağmen sürdürüyor. AKP-MHP faşist ittifakının işgalci-sömürgeci saldırılarının sürmesi ve güç verdiği DAİŞ kalıntısı örgütlenmeleri Rojava Devrimi’ne tehdit olmaya devam ediyor. Bu tehditlerden en büyüğü geçtiğimiz yıl DAİŞ’li tutukluların MİT desteği ile harekete geçtiği Geweran hapishanesinden kaçış planı oldu. Hapishane dışından ve içinden örgütlenen bu kaçış planının temel stratejisi yeniden DAİŞ’i canlandırmak ve Rojava Devrimi’ni boğmaktı. Eğer bu plan başarı ile sonuçlansaydı, başta Rojava devrim toprakları olmak üzere tüm dünya üzerinde DAİŞ’in kara bulutları bir kez daha dolaşacaktı. Ancak devrim savaşçıları, enternasyonalist devrimciler buna izin vermedi. Yüzlerce savaşçının canı ile koruduğu devrim, Halkların Gürzü Hamlesi ile nefes almayı sürdürdü.
Bugün bu tehdit yeniden örgütleniyor. AKP-MHP faşizminin DAİŞ hücrelerini örgütlemesinin yanı sıra, doğrudan kendi ordu güçleri ile sürekli hale getirdiği işgal operasyonlarını derinleştirmek istiyor. Faşist Erdoğan iktidarı işgalin askeri ayağını teknolojik gelişmeye bağlı silah sanayisi üzerine kurarken, siyasi ayağını Esad ile görüşmeler üzerine kurmaya çalışıyor. Temel strateji kuşkusuz, Kuzey ve Doğu Suriye devrim topraklarını Kuzey’den TSK namluları ile tehdit ederken, Güney’den Esad namlularının tehdit etmesini sağlamak oluşturuyor. Bu stratejinin diğer unsurlarını da bölgedeki gelişmelerde ana belirleyici role sahip olan ABD ve Rusya’nın varlığı oluşturuyor. Bunların bölgesel çıkarlarına uygun olarak Rojava halklarının kaderi tayin edilmek isteniyor.
Rojava Devrimi, özgün gelişiminden koparılarak emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerine tabi kılınmaya, tüm demokratik ve öz yönetim anlayışlarından koparılarak anti-demokratik, halktan kopuk ve liberal yönetim anlayışlarına bırakılmak isteniyor. Rojava halklarının özgürlüğü bu anlamıyla dünya kapitalist sistemine entegre edilerek tuksaklaştırılmak isteniyor. İşgal saldırıları, ekonomik ambargo ve yaptırım kararları ile de halk yoksulluğun, açlığın, sefaletin en zoruna mahkum ediliyor. Rojava halklarına yönelik bu saldırının anlamı; Rojava devriminin umut ışığı olduğu devrim ve özgürlük fikrini boğma anlayışından ileri geliyor. Devrimin gerçekleştiği yıldan geliştiği yıllara kadar savaşların eksik olmadığı bir dönem yaşamayan Rojava, tüm zor koşullara rağmen kendi gelişimini sürdürmeye, güç biriktirmeye, kendi kaderini belirlemeye çalışıyor. Bu emeğin kuşkusuz en büyük sahibi başta Kürt ve Arap devrim savaşçıları olmak üzere, Rojava Devrimi’ne inanan Türkiyeli ve dünyanın bir çok ülkesinden gelen enternasyonalist devrimciler ve bu toprakları terk etmeyerek yaşama direnci gösteren halklardır.
Türkiyeli devrimcilerin Rojava Devrimi’ndeki rolleri Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimine içkin bir karakter oluşturmaktadır. Bir yanda İspanya’da, Filistin’de yükselen enternasyonalizm bayrağı tekrar hak ettiği ölçülerde dalgalandırılırken diğer yanda Türkiye ve Bakur devriminin birleşik kurmaylık hattı şekillenmiştir. Bu iki özellik itibari ile Rojava Devrimi, Türkiyeli devrimcilere enternasyonalist mücadelenin ruhunu tekrar yaşatma ve birleşik devrimi inşa fırsatını yaratmıştır. Bugün Rojava Devrimi’nin savunulması ve sürdürülmesi, faşist AKP-MHP iktidarının yıkılması noktasında bir fırsat daha sunmaktadır. AKP-MHP faşizminin ana güç kaynağını savaş mekanizması ateşlemektedir. Bu mekanizmanın parçalanması, sürdürülemez hale gelmesi hedef alınan Rojava Devrimi’nin başarısına bağlıdır. Bu noktada Türkiye ve Bakur devriminin yolu aynı zamanda Rojava halkları üzerinde işgalci-sömürgeci saldırıların sonlandırılmasından geçmektedir.
AKP-MHP faşizmine karşı savaşta tek cephe yoktur. Ancak önemli cepheler vardır ki, bunlar savaşın kaderini tayin eder. Rojava cephesi böyledir. Çünkü AKP-MHP faşizminin yüksek yoğunluklu askeri tahkimatı, saldırıları, yeni işgal planları bu bölgeye yönelik gerçekleşmektedir. Somut olarak bu durum Rojava’yı savaşın en sıcak, en belirleyici hattı haline getirmektedir.
Bu savaş hattının varlığı ikili bir görev açığa çıkarmaktadır. İlk olarak bu savaş hattında bulunan özgürlük güçleri, enternasyonalist devrimciler açısından askeri tahkimatlarını yenileme ve savaş hazırlıklarını sürdürme faaliyetidir. İkinci olarak ise bu sınırı geçmektir. Hem ülke içinde mevcut siyasal konumlanmalara ait sınırları aşmak hem de doğrudan savaş hattına katılmak doğrultusunda sınırları aşmaktır.
Bu devrimci görevleri geçtiğimiz yıl Rojava Devrimi’ni, DAİŞ çetelerinin hapisten kaçış saldırısına karşı savunurken ölümsüzleşen Özgürlük Güçleri savaşçısı Partizan Amed yoldaş sade bir netlikle tanımladı ve tanımına uygun olarak da yaşadı. Yaşamının her anı zorluklarla ve sıkıntı içinde geçmiş olan Partizan Amed yoldaş ne ilk taşı kaldırmakta ne de atmakta tereddüt etmemiş olan kararlılığıyla anlattı, henüz Kobane’ye varmadan neler düşündüğünü; “Dünyayı kasıp kavuran kara faşizm dalgası vardı. Bunun adı DAİŞ’ti… Tüm dünyayı tehdit ediyordu. Yaşananlar ve yaşatılanlar, insanın vicdanını dürtüyordu. Sessiz kalınamazdı. Beni tutmaya çalışan muhafazakar çevreler, muhafaza etmeye çalışanlar vardı, ama inatla o savaşa katılma kararlılığı da vardı…Artık karar vermiştim. O savaşa katılacağım. Bir daha ertelemeyeceğim… Geçilecek o sınır. O sınırdan dönülmeyecek.”
Partizan Amed yoldaş, o sınırdan dönmek bir yana başka nice sınırları aştı. İçinde hep aynı tutku ve kararlılık vardı; devrim ve sosyalizm için, özgürlük için, yoldaşları için savaşmak.
Partizan yoldaş yaşamı kendi için değil yoldaşları için yaşardı. O yoldaşları, sevdikleri mutlu olduğunda mutlu olurdu. Onun hikayesi Marx’ın henüz öğrencilik yıllarında yazdığı yaşam tasvirine uyuyordu: “Meslek seçimi yapılırken iki unsur göz önünde bulundurulmalı: Toplumun refah düzeyinin yükseltilmesi ve bizim manevi yönden gelişmemiz. Bunların ikisi birbiriyle çatışmamalı; birisi diğerini yok etmemeli. Birey ancak gelişmiş bir toplum içerisinde ciddi gelişmeler, yükselmeler gösterebilir. Mükemmel bir birey, ancak mükemmel bir toplum içerisinde yetiştirilebilir. Eğer kişi sadece kendisi için çalışırsa ünlü bir bilim adamı, büyük bir düşünür, çok iyi bir şair olabilir; ama asla mükemmel bir insan olamaz. Tarih ancak ortak çıkarlar için çalışmış insanların yüceliğini kabul eder. En mutlu insan, en fazla sayıda insanı mutlu eden insandır. Din bile bize şunları söylüyor: ‘Mükemmellik, insanın kendisini toplum için feda etmesidir’, buna kim karşı çıkabilir ki? “Eğer toplumun refahı için en iyi mesleği seçmişsek, zorluklar bizi korkutamaz. Çünkü bu, birimizin hepimiz için var olmasıdır. Ancak o zaman küçük bencil mutluluklarımızdan kurtulacağız. Zavallı ümitlere bel bağlamayacağız. Bizim mutluluğumuz milyonların mutluluğu olacak; yaptıklarımız ise büyük bir başlangıcın temeli.”*
Kuşkusuz Partizan yoldaşın yaşamı tam da Marx’ın ifade ettiği gibi büyük bir başlangıcın temelini oluşturuyor. Kapitalizmin insan yaşamını bireysel çıkarlar peşinde kendi komünal özüne yabancılaştırdığı 21.yy’da, insanlığa gelecek umudunu veren özgürlük savaşçılarının serptiği tohumların filizlenme zamanı geliyor. Bu devrimci döngüyü işçi sınıfı ve ezilen halkların çıkarına doğru tamamlayacak olan ise gündeki Partizan’lara düşüyor.
Partizan yoldaşın anlattığı karanlık bugün DAİŞ’i besleyip büyüten AKP-MHP faşizmidir. Ona karşı savaşmak için sınırın Rojava hattında Partizan komünarlar, Türkiye hattında partizanlaşacak genç-kadın-işçi militanlar bulunuyor. AKP-MHP faşizmi gücünün son raddesinde, Rojava Devrimi yeni bir işgal saldırısının eşiğindedir. Ve savaş vakti yaklaşırken devrim toprakları Partizan’lara ve Partizan’laşacak binlerce devrimciye emanettir.
*Galina Serebryakova-Ateşi Çalmak/1