En Çok Okunanlar, Gündem, Slider, Umut Yazıları

Devrim öznelliği ve sol gevezelik | Umut Editör


Geçtiğimiz hafta ülkede siyasal analizcilerin kafalarını oldukça karıştıran bir dizi olay yaşandı. Taksim provokasyonu üzerine 2015 çağrışımları zihinlerde henüz yerine oturmamıştı ki arkasından Soylu’nun kanlı tezgâhı ortaya çıktı.

O ve ardından Saray danışmanlarından Yiğit Bulut, RTE iktidarının Amerikan saldırısı altında olduğunu deklare ederlerken RTE, Bali’de Biden’la tokalaşmaktaydı. Ardından Suudi, Mısır ve Suriye açılımları, Rojava’ya hava saldırıları, daha ardından da hem Mısır hem Suriye’den karşı tepkiler geldi. RTE, Rojava’ya yönelik saldırıların uygun zamanda kara harekatına da döneceğini ilan ederken Rusya, ABD ve AB, Suriye’ye operasyon yapılmasına karşı çıktıklarını açıkladılar. Bu arada Rojava’daki Amerikan üssünün etrafı Türk uçaklarınca bombalanırken CENTCOM (ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı) endişelerini, Amerikan Dışişleri Türkiye’nin terörle mücadelesini anlayışla karşıladıklarını açıkladılar.


Bütün bu karmaşa karşısında, liberal burjuva basının yazarları türlü mecazlarla “bu ne acayip bilmece” demeye gelen değerlendirmelere giriştiler. Ortak sonuç RTE’nin politikanın kurallarını hiçe sayan rastgeleliği olarak ifade ediliyordu. RTE gitmeli ve ülke kurallı bir yönetime kavuşmalıydı.

Karmaşa yok, determinizm var!

Bu çerçeve aslında bize pek de yabancı değildir. RTE’nin daha önceden de pek yerine oturtulamayan yaklaşımlarından da öte, örneğin Trump’ın politikalarının da ülke siyasal eliti tarafından böyle görgüsüz ve kuralsız bir abur cuburlukla karşılanmasını da yaşamıştık.

Trump’ın Avrupa ve Çin’e karşı saldırganlığını onun dengesizliğine veren liberal ve sol siyasal elit, Biden’ın aynı politikaları katlayarak uygulamasına alkışlarla tezahürat yapar oldular, çünkü “devran”, geçen editörya değerlendirmemizde de söylediğimiz gibi emperyalist savaş konjonktüründe ilerliyordu ve bu konjonktürün salgından Ukrayna’ya uzanan zirve trendi şimdi yeniden Ortadoğu’ya doğru yerleşmekteydi.

Emperyalist yayılmanın sınır cephesinin Donbass’tan Basra’ya uzanan hat üzerinde oluştuğunu, bunun kuzey ucunda Rusya, güney ucunda İran varsa, tam merkezinde de Türkiye’nin bulunduğu Umut yazılarında gereğince vurgulandı. Keza geçen editörya değerlendirmesi ülkenin siyasal seyrinin uluslararası emperyalizmin askeri ve politik hegemonya ihtiyaçlarına göre şekillenmekte olduğunu ileri sürmüştü.

Nasıl Trump, Biden’ın aynı politikaları izlemesiyle kanıtlandığı üzere uluslararası emperyalizmin politikalarını yerine getirmekte gösterdiği başarısızlıkla alaşağı edildiyse, şimdi ülkede RTE/Saray iktidarı uluslararası emperyalizmin bölge ve cephe hattındaki politikaları itibariyle tasfiye edilmek istenmekteydi. RTE’yi iktidara getiren koşulların diyalektiği şimdi onun tasfiyesi üzerine işlemekteydi. Soylu ve Yiğit Bulut çığlıkları bunu yeterince gösterdi.

Uluslararası emperyalizmin bu tercihinin hangi koşullarla geliştiğini bir kez daha kısaca özetleyecek olursak; her şeyden önce RTE/Saray’ın temsil ettiği sermaye yapısı emperyalizmin yeniden birikim kurgularının ötesinde bir talan ve rant çizgisiydi ki RTE, bundan daha başka bir yola giremeyeceğini, daha bir ay evvel TÜSİAD’ın MB faizlerinin enflasyonla mücadeleye göre ayarlanması eleştirileriyle kavga ederken, MÜSİAD’ın tek haneli faiz talebine hemen onay vererek göstermiş oldu.

Ülkenin birikmiş sermayesini temsilini yaptığı ticaret, rant kesimlerine, ucuz faizle aktararak kendi sınıf yapısını güçlendirmeyi kaçınılmazca “beka” sorunu bağlamında görüyordu. İş bu kadarla kalsa, bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da RTE ekonomisi, “net hata noksan” kalemindeki şişirmelerle ayakta tutulabilirdi.

15 Temmuz 2016’dan itibaren emperyalizmin bu töleransı kalktı ve RTE/AKP, 2018 seçimlerini, halk sınıflarının muhalif yükselişi karşısında oligarşinin “adam kazandı” dalaveresiyle aşabildi. Şimdilerde, uyuşturucu ve kara para trafikleriyle aynı NHN kalemi şişiriliyor ama emperyalizmin bölgesel ve stratejik politikalarındaki uyumsuzluklar itibariyle bu imkân RTE/Saray iktidarının ayakta kalması için yeterli güveni sağlamıyor; Çünkü emperyalizmin, cephe hattında yaşadığı açmazlar itibariyle artık bir denge politikasına değil –Nazım’ın şiirindeki gibi Doğu’dan Batı’ya uzanan “kısrak başı”nın artık ters yönde uzanan- doğrudan bir koçbaşı haline gelmesine ihtiyacı vardır.

RTE ve temsil ettiği yeni Türk burjuvazisi ise, Konya’dan Arap coğrafyasına uzanan ticaret alanındaki hâkimiyetini terk etmesi halinde onun “beka” sorununun tarihen tasfiyeyle sonuçlanacağını bilmektedir. Direnişi bu tarihsel akışa karşıdır.

Emperyalist gerileme

Bu evrede Amerikan önderlikli emperyalist güçler, hiç değilse Avrupa üzerinde hâkimiyetini güvenceleyecek kertede Ukrayna savaşını yönetmede giderek açığa çıkan bir başarısızlık içindedir. Avrupa’nın doğrudan Amerika’ya sermaye transferine yol açan pahalı enerji ve sanayisizleşme sorunu karşısında Rusya’yla yeni imkânlar arama niyeti, Amerika tarafından Kuzey Akımı hatlarının uçurulmasıyla bertaraf edilmiş olsa bile bu kez aynı imkânı Çin aracılığıyla elde etme arayışları –Scholz’un Çin’i ziyareti Nato gücü Yeşiller partisince olumsuz karşılandı-, önce Zaporijya nükleer santralinin havaya uçurulması çabasıyla, ardından “kirli bomba” tehditleriyle engellenmeye çalışıldı.

Emperyalizm açısından çaresizlik Putin’i G20 zirvesine suikast ihtimali nedeniyle katılmaktan vazgeçirtecek kertede yüksek bir düzey kazanmış haldedir. Bu düzey bu kez tam da G20 toplantısı sırasında, Polonya ve Ukrayna’nın Rus roketi provokasyonuyla harekete geçirilmek istendi. Polonya sınırlarına düşen bir roketin Rusya’dan atıldığı Zelensky ve Polonya hükümetince ısrarla iddia edildi.Polonya bir Nato ülkesiydi ve Polonya ve Ukrayna’nın çağrısı ünlü 5. Madde gereğince Nato’nun doğrudan Rusya’ya karşı savaş tavrı alması içindi.

Ancak daha önceki evrelerde nükleer saldırı ihtimalinin Rusya tarafından bir tehdit ögesi olarak hatırlatılması karşısındaki durumunu bilen Biden, Zelensky’nin sözlerinin hiçbir “kanıt değeri taşımadığı”nı söyleyerek konuyu kapattı. Artık konvansiyonel savaş zemininde Ukrayna’da Nato güçleri için gidecek bir yol kalmamıştı ve soğuk kış günlerine geçilmesiyle birlikte Rus saldırıları etkisini ve şiddetini giderek artırmaktaydı. Ve Merkel, Alman finans kapitali adına Yeşilci savaş partisinden daha başka bir tonda konuşmaya başladı.

Politik yükümlülük taşımayan askeri otoriteler Biden yönetiminin Ukrayna’ya çıkarttığı mali ve askeri yardımın çaresizliğini kaleme alırken, ara seçimlerde temsilciler meclisinde çoğunluğu elde eden Cumhuriyetçi çoğunluk artık savaşı nasıl durdurmak gerektiği üzerine daha yüksek sesle konuşmaya başladılar. Hele son günlerde ünlü Hill dergisine köşe yazan eski bir muhafazakâr çözüm için “ABD’nin Nato’dan çekilmesi”ni bile önerdi. (Congres schould end the war in Ukraine by withdrawing from Nato, Bruce Fein, The Hill, 251122)

Eski proje, yeni versiyon..

Anglo siyonist emperyalizm, doğu-batı cephesinin kuzey ucunda böyle açmazlar içindeyken gerilimi bir kez daha ve bu kez tekrar güney ucundan kanırtmaya elbette mecburdu. İran’da kadın direnişçinin rejimin elinde hayatını kaybetmesinin açığa çıkardığı toplumsal huzursuzluk, batıda KDP-İ, doğuda Pakistan lojistikli Beluci İŞİD gericiliğiyle yükseltilmeye çalışıldı. Kazakistan’daki ayaklanma denemelerinin benzeri bu kez İran’da yaşanırken gelinen yer de benzer şekilde oldu; İsrail istihbaratı bu toplumsal dalgalanmadan bir rejim değişikliği beklememek gerektiğini; yerine, ABD ile birlikte İran’a ortak saldırı planlamaları içine girilmesini değişik kurumlardan açıkladılar.

Konu, İran’ın emperyalizmin doğuya doğru gelişiminin önüne koyduğu engelin aşılması meselesine gelince, tarihin doğulu kurgulardaki tekerrürü meselesi kaçınılmazca karşımıza çıkar. İran’a karşı bir haçlı seferi görünümüne girmemek için AKP’yi ve İŞİD’i örgütleyen anglo siyonist emperyalizm şimdi bu girişimin başarısızlığı karşısında aynı kurgunun yeni versiyonunu düzenlemeye çalışmaktadırlar.

İran’a karşı güçlü ordu varlığı ve İslami kimliğiyle TC’nin yanına İran’daki güçlü Kürt muhalefetini de yedekleyecek bir Kürt ittifakının yerleştirilmesi emperyalizmin RTE/Saray sonrasında egemen olmasını istediği yeni oligarşik blok dengesini oluşturmaktadır. Geleneksel Kemalist devlet yapılanmasını Ergenekon, Balyoz gibi operasyonlarla ideolojik ve siyasal olarak dağıttıktan sonra RTE/AKP’ye bırakılan egemenlik, Ortadoğu bezirgânlığı ve sömürgeciliğiyle işlevsiz duruma girince emperyalizm şimdi geçen 20 yıllık sürecin aşınma avantajını kullanarak aynı bölgesel ittifakı toplumun devletçi ve modernist kesimleriyle ılımlı İslam egemenliği üzerinden yeniden inşa etme çabası içindedir. Millet İttifakı bu siyasal çerçeve esasına göre oluşturulmuştur.

Dolayısıyla, emperyalizmin bölge ve ülke projeleri, özellikle içinde bulunduğu açmazlar itibariyle RTE/Saray iktidarını sıkıştırınca, hızla birbiriyle çelişiyor görünen politik hamleler ortaya çıktı. Emperyalizmin islam coğrafyasındaki Şii egemenliğe karşı modern, batıcı ve Sünni ittifak ekseninin TC-Mısır çizgisi olduğu bilindiği için -Amerikan etiketli Mürsi cumhurbaşkanı olunca hemen ilk ziyaretini o zaman cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül yapmıştı- Mursi’yi toprak eden Sisi’nin elleri hararetle sıkıldı. RTE, böylece ABD’ye bölge cepheleşmesindeki bağlılığını ve yerini yeniden deklere etmiş oluyordu. Ama aynı zamanda, daha muğlâk, daha oynak zamana ısmarlanmış şekilde Şam muhabbetiyle Rusya’ya kapı açmaktan ziyade, ABD tarafından terslenirse gideceği ters yönün şantajını yapmaya çalışıyordu.

RTE/Saray, uluslararası alanda siyasal meşruiyetini yeniden elde etmenin aracı olarak nasıl seçime mahkûm oluyorsa, aynı şekilde Kürt coğrafyasında askeri bir hegemonya geliştirerek bölgesel politikalarda kabul edilir bir denge üzerine yerleşmeyi de murad etmekteydi. III. Napolyon’un Sedan tercihinden bu yana görüldüğü gibi, ara sınıf egemenlerin kaçınılmaz kumarına doğru bir kez daha sürüklenmekteydi.

Çaresiz çabalar

Soylu’nun yüzüne gözüne bulaştırdığı provokasyon, Fidan’ın projesi olduğu bilinen Karkamış’a atılan roketlerin takviyesiyle Başur ve Rojava’da özgür Kürt alanlarına yönelik TC saldırısını gündemleştirmeye hizmet etmiş olsa bile provokasyonun içerdiği acemilik ve saçmalık düzeyi, olayın, iktidar dengelerindeki kimi hesapların ürünü olabileceğini de bize kolayca düşündürmektedir.

Soylu, AKP-MHP ittifakının bağlantı elemanıdır ve onun daha önceleri de gündeme gelen tasfiyesi, AKP’yi MHP tasallutundan çıkartarak, örneğin basında bolca aktarıldığı tarzda İyi Parti ile ittifak yenilemeye imkân açabilecektir. Buna karşılık Akşener’in, doğrudan RTE ağzından kendisine yöneltilen teklifleri ağır alayla karşılaması RTE için yolun artık kapandığını bize bir daha göstermektedir.

Özetle RTE, onun yerinde kim olsa ne yapacaksa onu yapmaktadır. Gelişmeler üzerine türetilen kafa karışıklıkları bir tek nedenden; İçinde bulunduğumuz emperyalist savaş konjonktürünü doğru algılayıp, kavrayamamaktan kaynaklıdır.

Keza, örneğin Kılıçdaroğlu’nun “anlaşılmaz” hamleleri… Uluslararası emperyalizm açısından yeni oligarşik dengenin oluşumundaki engellerden bir diğerinin de Kılıçdaroğlu olduğu artık iyice ortaya çıkmış durumdadır.

Emperyalizmin zorlayıcı bölgesel politikalar açısından ne kadar ülke siyasal ve toplum hayatında bütünlüklü bir egemenlik biçimine ihtiyacı varsa bir taraftan RTE, diğer taraftan Kılıçdaroğlu bunu uçlara çeken siyasal profiller oluşturmaktadırlar.

Bu nedenle, burjuva siyasal kiremitliğinin yeni yapılanmasını emperyalizm adına yön vermekte misyon sahibi olan Bekir Ağırdır, Kılıçdaroğlu’nun bu görevi yerine getiremeyeceğini bildirili epey oldu. Akşener’in 6’lı masa çerçevesindeki muhalefeti de bu zeminde anketlerle vb.. güçlendirilen tarzda ısrarla derinleştirildi. Kılıçdaroğlu da, tıpkı RTE gibi kendine karşı yürütülen politikalara karşı hamleler geliştirmeye çalışıyor.

Örneğin, geleneksel devlet sınıfları ve devlet partisi çizgisinde olmadığını, ABD’nin ihtiyaç duyduğu bütünleştirici siyasal temsiliyete sahip olduğunu kanıtlamak için Amerikan ziyareti öncesinde “başörtü yasa teklifi”yapması herkes için anlaşılmaz geldi. Liberal solcular ve sol liberaller laisizm üzerinden şikayetlerini yükselttiler oysa Kılıçdaoğlu içerde oy alabilmek için dışarıda emperyalizmin onayını almak zorunda olduğunu artık öğrenmişti ve ona göre davranıyordu. Ama sanki, nafile.

İç siyasal argümanlarla karmaşık olan olaylar yığını ortasından emperyalizmin bölgesel ve ülke ihtiyaçları hattını çektiğinizde bütün bu karmaşa son derece net görünür bir siyasal dizilime dönüşmektedir: Emperyalizmin Türkiye’de, özellikle İran ve Rusya karşısında Karadeniz’den Basra’ya uzanan bir askeri ve siyasal hegemonyasına gözü kapalı dalacak yeni bir oligarşik blok egemenliğine ihtiyacı vardır. Millet İttifakı’nın, İyi Parti üzerinden AKP tabanına dönük yüzüyle egemen Türk burjuvazisi açısından bir milli mutabakat zemini yaratması oldukça mümkün görünmektedir. Seçim açısından İmamoğlu-Akşener kombinasyonu ya da seçim sonrası AKP-İyi Parti hazırlıkları hep bu yeni oligarşik blok dengeleri çerçevesinde kendini göstermektedir.

Ancak emperyalizm ve onun ülke yönetimi açısından bunun yeterli olmayacağı çok açıktır, çünkü zaten iktisaden giderek derinleşen bir dünya ve ülke ekonomik bunalımı koşullarında, savaş atmosferini içinden devrim çıkacak siyasal bir bunalıma dönüştürmemek açısından daha geniş bir siyasal mutabakat beklentisindedir.

Emperyalist burjuva siyasetinin maestrosu Bekir Ağırdır’ın, keza ifade ettiği gibi, bu zorlu koşulların yeni bir siyasal iktidarın önüne hemen yeni bir siyasal kaos getirmemesi için yeni oligarşik bloka Kürt toplum muhalefetinin ve Türkiye solunun da onayının verilmesi gereklidir. 8’li masa bu tarlayı sürmektedir.

Oysa, RTE/Saray faşizminin Başure ve Rojava Kürdistanı’na yaptığı saldırılara karşı HDP’nin yanında yer alan güçler 8’li masa bileşenleri değil, HDP liberallerinin görmezden gelip görünmez kılmaya çalıştıkları birleşik devrim güçleri olmuştur. Tarihin bu zorlayıcı determinizmi, her ne kadar Kürt liberallerini de Millet İttifakı’ndan uzaklaştıran güçlü bir rüzgâr estiriyorsa da politika en genel tanımıyla bir güçler sanatıdır.

Siyasal gücünü etkin bir düzeye çıkaramadığı koşullarda birleşik devrim güçleri tarihin sürükleyip önüne getirdiği bu imkânlardan yararlanamayacak, bu güce sahip karşı devrim yararlanacaktır. Bir sürecin, tarihsel olarak aşılabilmesi öznesiyle buluşmasına bağlıdır. Özne kendini veri kılamadığı sürece tarihin kendini tekerrür ettirmesi, ama her seferinde ön koşullarını çoğaltarak ve nesnelliği dejenere ederek tekerrür etmesi kaçınılmaz olacaktır.

Bugün

Bugün gelinen aşama itibariyle, Türkiye devrimci solunun tarihin bu beklentisine yanıt olmaktan çok uzak olduğunu saptamak kaçınılmazdır. Bu uzaklık, Amasra katliamında ya da TC sömürgeciliğinin kimyasal saldırılarında ya da artan ekmek fiyatlarında ya da bir kadın cinayetinde kendini göstermektedir.

“Sokak” çağrısı, artık düzen solunun emperyalist burjuvaziyle işbirliğinin gereği yoz bir tekerleme haline dönüşmüştür. Oligarşinin güçlü devlet ve toplumsal egemenlik koşullarında yığınlara içeriksiz ve pratiksiz bir tiratla sisteme tabiyeti ve biadı öğütleyip göstermenin jargonu olmuştur.

Devrimci solda, proletaryaya dönük ajit-prop’da oportünist ihanetin ideolojik ve siyasal hegemonyasını kırmak için öncelikle öncünün cüretli ve kararlı olması ön koşuldur. Lenin’in, içinde bulunduğumuz günlerde yeni bir yıl dönümünü yaşadığımız Moskova ayaklanmalarından çıkardığı en önemli öznel derslerden biri budur.

Devrimci nesnelliği tarihsel sürecin bir trampleni haline dönüştürmek sokağı ve öncülüğü demagojik ve dejenere bir sol gevezelik olmaktan çıkarmakla mümkündür. Başkaldırı insiyatifi siyasal ataletin, sokağın çağrısı “sokak” çağrısının yerine geçirilmelidir.

Paylaşın