Avrupa’nın yaklaşan kışa büyük bir enerji kriziyle birlikte ilerlediği yönündeki haberler manşetlerde. Hükümetler enerji krizinin çözümü için çeşit çeşit önlemler, öneriler üretiyor. Tüm bu karmaşanın ortasında, hükümetler enerji krizine bir çözüm üretmenin tek olanaklı yolu olan bir barış süreci geliştirme için herhangi bir adım atmıyor tam tersine Ukrayna’da savaşı uzatmak ve büyütmek için çeşitli hamleler yapıyorlar. Amerikan basını kışa doğru ilerlemekte olan Avrupa’daki koşullar hakkında şu çerçeveyi çiziyor:
“Savaşın başlamasından bu yana doğal gaz fiyatlarının sekiz kat artması, Avrupa’nın endüstriyel gücü, yaşam standartları ve toplumsal barış ve uyum için tarihi bir tehdit oluşturuyor. Bu kış ciddi bir kıtlık yaşanması halinde fabrikaların kapatılması, elektrik kesintileri ve karne uygulaması için planlar hazırlanıyor.”
Avrupa’nın yakın geleceğine dair bu öngörüler gerçek temellere sahip ve Avrupa’nın NATO uşağı siyasal kadroları bu koşullarda yangına körükle gitmeye devam ediyor. O denli pervasızlaşmışlar ki…
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock “Alman seçmenler ne düşünürse düşünsün” Ukrayna’yı desteklemeye devam edeceklerini açıklamasını yapıyor ve bu açıklamanın ardından ülkede birçok kentte kitleler sokaklara çıkıyor. Alman başbakanı Scholz’da konuyla ilgili açıklamasında, bu süreçte Alman enerji şirketlerinin krizden korunmasının önemini vurguluyor.
Baerbock’un önceliğinin Alman halkı değil NATO’nun stratejik hedefleri olduğu bu sözleriyle çarpıcı bir ifade kazandı. Alman hükümetinin yükselen gıda ve enerji fiyatları nedeniyle hazırladığı üçüncü “yardım paketi”nin kapsamı açıklandığında; hükümetin temel önceliği de netleşti. Berlin’deki Alman Ekonomi Enstitüsü Başkanı Marcel Fratzscher paketin, ‘herkese yardım’ ilkesiyle hazırlanmış olmasını eleştirdi. Fratzscher’e göre paketten en fazla üst gelir grupları yararlanacak. Yardım paketinden en fazla üst gelir gruplarının yararlanacak olması tam da “herkese yardım ilkesi”nin temel alınmasından kaynaklanıyor.
“Herkese yardım ilkesi” kapitalist sınıflı toplumun durumları ve çıkarları karşıt sınıf öbeklerinden oluştuğu gerçeğini gizlemek ve sahte bir toplumsal bütünleşme algısı sağlamak için üretilmiş bir nosyondur. Bu nosyonla krizin ağır yükünü sırtlamaya zorlanan emekçilerle, krizi ekstra karlar için bir fırsata dönüştüren kapitalistler arasındaki keskin sınır çizgileri bulanıklaştırılır.
Almanya’nın en büyük enerji şirketi UNİPER’e “herkese yardım ilkesi” kapsamında aktarılan devlet yardımı 7.7 milyar Euro ancak şirketin CEO’su Klaus-Dieter Maubach bu yardım miktarını yetersiz buluyor ve şirketi için daha fazla yardım talep ediyor. Bloomberg’in Alman yetkililerinden aldığı bilgilere göre, şirkete 4 milyar Euro’luk yeni bir yardım karar altına alınmış durumda ve önümüzdeki birkaç ay içinde şirkete yapılan yardımın 20 milyar Euro’ya ulaşacağı öngörülüyor.
İsviçre’de de durum farklı değil.
İsviçre hükümeti geçtiğimiz gün, ülkenin en büyük enerji şirketi AXPO’ya kriz koşullarında likidite sıkıntısı yaşamaması için 4 milyar Frank kredi tahsisi gerçekleştirdiğini açıkladı. Hükümet açıklamasında, İsviçre’nin enerji güvenliği için şirketin taşıdığı öneme dikkat çekti. Sanırsınız şirket bir hayır kurumu, İsviçre halkının “enerji güvenliği” için gece gündüz karşılık beklemeksizin çalışıyor. “Aman şirketimiz sıkıntı yaşamasın, kamusal kaynaklardan akıtalım milyar Frankları” diyorlar.
Şirketler için bunu diyenlerin enerji krizi ve halk hakkında neler düşündüklerini İsviçre’nin Blick gazetesi yazıyor: “Enerji sıkıntısının acil duruma gelmesi halinde hükümetin öngördüğü tasarruf tedbirlerine uymayanların 3 yıla kadar hapis cezası veya para cezasıyla cezalandırılabileceği vurgulandı.”
Kutsal şirket kar mı etti, karlar şirket hissedarlarının banka hesaplarına. Kriz şirkete likidite sorunları mı getiriyor, devletin pamuk elleri cebe, kamusal kaynaklar yine şirket kasalarına. Kutsal şirketlerin ve onların saldırı aygıtı NATO’nun stratejik yönelişleri için halk üşüyecek, üç kat artmış enerji faturaları ödeyecek, yoksa hapis ya da para cezası. Bu denli yalın… Fakat İsviçre’de bir başka kutsal olan “doğrudan demokrasi” var. Baktınız halkta hoşnutsuzluk artıyor, düzenlersiniz bir halk oylaması, halka “kutsallarımız için üşümeliyiz” lafını onaylatırsınız.
Avrupa’nın LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) ithalatı geçen yıla göre yüzde 86 arttı. Rusya’ya uygulanan yaptırımlar nedeniyle astronomik fiyatlardan LNG almak, buna rağmen yeterli miktarda gaz bulamamak, ardından “Putin gazı silah olarak kullanıyor” demek ancak Batı’nın ürettiği NATO uşağı politik kadroların becerebileceği bir iş olabilirdi.
Ortada gıda maddeleri ya da enerji arzının olmamasından doğmuş bir kriz yok, şu an yaşanılanlar, sonuçları kolaylıkla öngörülebilir kararlar alarak NATO uşakları tarafından yaratılmıştır. Yayınlanan verilere göre, Çin son bir yılda Avrupa’ya yönelik LNG satışlarını oldukça arttırdı. Çin Rusya’dan aldığı LNG’yi Avrupa’ya satıyor. Konuyu haberleştiren bir burjuva ekonomi dergisinin ifadesiyle, “Sorun şu ki, bu durum Avrupa’nın Rus gazını almaya geri döndüğü anlamına geliyor, ancak artık doğrudan Rusya’dan almak yerine Çin’i pahalı bir aracı olarak kullanıyor.” Pahalı aracı kullanırsanız fiyatlar artar. Pahalı aracılar üzerinden gaz almaya devam ederseniz, Rusya gaz satmaya devam eder. Enerji şirketlerinin korunması öncelik olduğu için bu karmaşanın ürünü olan fatura emekçilerin sırtına yüklenir. Hep olduğu gibi…
NATO’nun kullanışlı uşakları ne yaptıklarını çok iyi biliyor, Alman Dışişleri Bakanı’nın sözleri bunun çarpıcı bir ifadesidir. Geçtiğimiz hafta Prag caddelerini dolduran yüz bine yakın insan da hükümetlerinin faturayı kendilerine ödetmeye çalıştığını biliyordu. İngiltere’de enerji faturalarından bunalan küçük işletme sahiplerinin öfkesi sokağa yansımakta gecikmedi. “Ödeme” sloganıyla başlayan kampanya ülkede yayılıyor. Büyük şirketlerin korunması ve faturanın küçük işletmelere yüklenmesi bir mülksüzleştirme tercihinin açık ifadesidir. Yaşanılan gıda ve enerji krizi değil bir Finans-kapital saldırısıdır. Saldırı mülksüzleştirme ve yoksullaştırmayı hedeflemektedir.
Çekya başbakanı Prag’da alanları dolduranların “Rus propagandası yapan sağcılar” olduğunu söyledi. Halkın haklı talepleri doğrultusunda sokağa çıkmasını engellemek için salgın sürecinden beri uygulanan en etkili yöntem, sokağa çıkan bazı unsurların varlığını büyüterek haklı talepleri yok saymak. Halkın haklı taleplerinin solculuk adına yok sayılması, doğal olarak sağcı demagoglara geniş bir alan açıyor. NATO’nun vekalet savaşının askeri olmayı reddetmek, yaşanılan yoksullaşmayı durdurmaya çalışmak, şişmiş enerji faturalarını ödememek gibi taleplerin dillendirilmesini engellemek için bazı sağcı grupların varlığı kullanılmaya çalışılıyor.
Solun halkın haklı taleplerinin sözcüsü olamadığı durumlarda sağ demagoji öne geçecektir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Böyle olduğu için, mesela İtalya’da yaklaşan seçim sürecinde politik alanın neredeyse tüm unsurları ben NATO’ya daha iyi askerlik yaparım, “İtalyan seçmenler ne düşünürse düşünsün” derken faşist Matteo Salvini, “Rusya’ya yönelik enerji yaptırımları kaldırılmalıdır. Aylar geçti insanlar üç, dört kat yükselmiş faturalar ödemek zorunda. Aylar geçti savaş devam ediyor. Rusya’nın kasası dolmaya devam ediyor. İtalyan halkı ağır bedel ödüyor.” diyor. Sağ demagoji fırsattan yararlanmaya çalışıyor.
İngiltere’nin yeni başbakanı Liz Truss’ta ilk iş olarak “enerji krizi”ne karşı yardım paketini açıkladı. Truss’un paketi de “herkese yardım ilkesi” esas alınarak hazırlanmıştı. Paket hakkında bir analiz hazırlayan İngiliz iktisatçı Paul Johnson bu kararlarla diyor, “paranın büyük bir kısmı daha fazla enerji kullanan ve daha iyi durumdaki insanlara gidecektir.” Yani “herkese yardım” esas olarak yardıma ihtiyacı olmayanlara yardım anlamına geliyor. Burjuva iktisatçıları dahi bu gerçeği ifade etmek zorunda kalıyor. Johnson hükümetin, “ihtiyacı olmayanlara vermeden ihtiyacı olan milyonlarca insana vermenin yolunu bulamadığını” düşünüyor.
“İhtiyacı olmayanlara vermeden ihtiyacı olan milyonlara vermenin yolları” vardır. Bu yollar yeni de değildir ve fakat burjuva iktidarların bu yollarla işi olmaz. Bu yolu takip edecek olanlar ancak devrimci sosyalist güçlerdir. Finans-kapitalin mülksüzleştirme ve yoksullaştırma saldırısı Avrupa’da sınıf mücadelesini keskinleştiriyor. Bu artık burjuva basınının dahi üzerinden atlayamadığı bir gerçekliktir. Avrupa’nın yakın geleceğini dair öngörülerde bulunan New York Times gazetesi dahi durumu şu terimlerle ifade etmek zorunda kalıyor:
“1970’lerden beri böyle bir durum yaşanmamıştı. Düşen gelirler, artan eşitsizlik ve yükselen sosyal gerilim parçalanmış bir toplum yaratıyor.”
Onların “yükselen sosyal gerilim” dedikleri bizim keskinleşen sınıf mücadelesi dediğimiz olgunun yumuşatılmış bir ifadesidir. Avrupa’da alanları doldurmaya başlayan emekçiler yeni bir proleter mücadele dalgasının habercisidir. Devrimci sosyalist güçler bu dalganın dinamiklerine uygun siyasal söylem ve örgüt biçimleri üretme göreviyle yüz yüzedir. Bu görevi başaracak olanlar geleceği kazanacaktır.