Faşist şef Devlet Bahçeli’nin geçtiğimiz günlerde bir konuşmasında sarf ettiği sözlerle Amerikalı Nobel ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz gündeme geldi. Faşist şef konuşmasında Stiglitz’in son yazılarından birine atıf yaparak şunları söyledi: “Otomatik olarak herkese fayda sağlayacağı iddia edilen, ancak zengini daha da zenginleştiren ‘Damlama Ekonomisi’nin aslında bir dolandırıcılık olduğu geçtiğimiz günlerde Oscar ödüllü bir iktisatçı tarafından itiraf edilmedi mi?”
Stiglitz faşist şefin atıf yaptığı yazısında, “Neoliberalizm ve damlama ekonomisi Küresel Güney’de hiçbir zaman geniş çapta benimsenmedi ve şimdi her yerde modası geçiyor” saptamasını yapmıştı. Eski Dünya Bankası yöneticisi ve Columbia Üniversitesinde İktisat Profesörü olan Stiglitz’in neo-liberal uygulamalara yönelik muhalefeti yeni değil, yirmi küsur seneye dayanan uzun bir geçmişi var. O uzun zamandır bu uygulamalara muhalefet ediyor ve “dengeli”, “kusurlarından arınmış” bir kapitalizm hayalini dünyaya satıyor. Stiglitz’in “HOW THE US COULD LOSE THE NEW COLD WAR” başlıklı yeni yazısı Project Syndicate sitesinde yayınlandı.
Stiglitz, Faşist şefin atıf yaptığı bu yazısında Amerikan emperyalizminin yönetici elitlerine Çin ve Rusya’ya karşı başlattıkları “yeni soğuk savaşı” kazanabilmek için nasıl bir yol izlemeleri gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunuyordu. O yazısının başlığında da belirttiği gibi, ABD’nin yeni Soğuk Savaşı yürütme tarzında ciddi kusurlar bulunduğuna inanıyor. Stiglitz ABD emperyalizminin Çin ve Rusya’ya karşı açtığı “Yeni Soğuk Savaş”ı şöyle değerlendiriyor:
“Amerika Birleşik Devletleri hem Çin hem de Rusya ile yeni bir soğuk savaşa girmiş gibi görünüyor. ABD liderlerinin bu çatışmayı demokrasi ve otoriterlik arasında bir çatışma olarak göstermesi, özellikle de aynı liderlerin Suudi Arabistan gibi sistematik bir insan hakları ihlalcisine aktif olarak kur yaptığı bir dönemde, koku testini geçemiyor. Böylesi bir ikiyüzlülük, asıl tehlikede olanın değerler değil, en azından kısmen küresel hegemonya olduğunu göstermektedir.”
Görüldüğü gibi, Stiglitz Amerikan emperyalizminin “küresel hegemonya”sının tehlikede olduğunu düşünüyor. Suudi Arabistan’a kur yapan ABD’nin pis kokular yaymasından rahatsız fakat “küresel hegemonya” söz konusu olduğunda, ABD Suudi Arabistan ilişkilerinin 1943’ten beri kaya gibi sağlamlığının ve petro-dolar sisteminin ABD’nin küresel hegemonyasına sağladığı büyük avantajların önemini göz ardı ediyor. Bu nedenle, Başkan Biden’ın Stiglitz’in çokça eleştirdiği Donald Trump gibi Suudi Arabistan’a “kur yapmasını” iki yüzlülük olarak görüyor.
Stiglitz “Yeni Soğuk Savaş”ın nedenleri hakkında şu saptamaları yapıyor:
“Hangi resmi gösterge kullanılırsa kullanılsın, Çin’in ABD’yi ekonomik olarak geride bırakması kaçınılmazdır. Nüfusu Amerika’nın dört katı olmakla kalmayıp, ekonomisi de uzun yıllardır üç kat daha hızlı büyümektedir (hatta 2015 yılında satın alma gücü paritesi açısından ABD’yi çoktan geçmiştir).
Çin kendisini Amerika’ya karşı stratejik bir tehdit olarak ilan edecek hiçbir şey yapmamış olsa da, yazı duvara asılmış durumda. Washington’da, Çin’in stratejik bir tehdit oluşturabileceği ve ABD’nin bu riski azaltmak için yapması gereken en az şeyin Çin ekonomisinin büyümesine yardım etmeyi durdurmak olduğu konusunda iki partili bir fikir birliği var. Bu görüşe göre, ABD’nin kendisinin yazıp teşvik etmek için çok şey yaptığı Dünya Ticaret Örgütü kurallarını ihlal etmek anlamına gelse bile, önleyici eylem gereklidir.”
Stiglitz, Çin’in ekonomik gelişmesinin engellenmesi için kullanılan yöntemlerin “kurallara uygun olması” gerektiğini savunuyor. ABD’nin “Yeni Soğuk Savaş”ı kazanabilmesi için “dostlara ihtiyaç duyduğunu”, bunun için “güvenilir bir partner” olarak görülmesi gerektiğini; sadece Avrupalı dostlarla iyi ilişki geliştirmeyi değil “gelişmekte olan ve yükselen pazarlarda yaşayan milyarlarca insanın aklını ve kalbini kazanması gerektiğini” belirtiyor.
Stiglitz’e göre, “Dünyanın teveccühünü kazanmak isteyen ABD, kaybettiği pek çok yeri telafi etmek zorunda kalacaktır. Diğer ülkeleri sömürme konusundaki uzun geçmişi ve Trump’ın ustaca ve alaycı bir şekilde kanalize ettiği derinlere işlemiş ırkçılığı” işleri zorlaştırmaktadır. Yani küresel hegemonyayı tesis edebilmek için ABD’nin “diğer ülkeleri sömürme” ve “derinlere işlemiş ırkçılık” gibi kusurlarından arınması lazımdır. Peki “diğer ülkeleri sömürme” temel hedefi olmayacaksa şu meşhur “küresel hegemonya” neden tesis edilecektir?
“Küresel hegemonya” Leninist emperyalist hakimiyet kavramının yerine geçirilmeye çalışılan şekilsiz bir kavramdır ancak ille de kullanılacaksa; ABD emperyalizminin 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası kapitalist dünya üzerinde tesis ettiği “hegemonyanın” güçlü ekonomik ve finansal araç ve kurumların yanı sıra, Japonya’nın, Almanya’nın şehirleri üzerine yağdırdığı ve Sovyetler Birliği üzerine yağdırmayı planladığı bombaların ürünü olduğunu anımsamak zorunludur. Öncelikle kazanılmaya çalışılan “zihinler ve kalpler” olmamıştır. Önce diz çöktürmek için bombalar yağdırılmış; daha sonra diz çöktürülenlerin “zihinleri ve kalpleri kazanılmaya” çalışılmıştır.
Stiglitz “kalplerin ve zihinlerin” nasıl kazanılacağı yönünde somut öneriler sunarken bombalar ve füzeler konusuna giriyor ve şunları söylüyor: “ABD dünyanın en iyi bombardıman uçaklarını ve füze sistemlerini üretmeyi biliyor olabilir ama bunlar bize burada yardımcı olmayacaktır. Bunun yerine, gelişmekte olan ve yükselen pazar ülkelerine, COVID ile ilgili tüm fikri mülkiyet haklarından feragat ederek aşı ve tedavileri kendileri üretebilmeleri için somut yardım sunmalıyız.”
Stiglitz Batılı egemen sınıflara bombalar ve füzeler yerine COVİD aşılarında diğer ülkelere yardım öneriyor çünkü ona göre, salgın sürecinde “ABD’li politika yapıcılar, zengin ülkeler ihtiyaç duydukları tüm aşıları alırken, yoksul ülkelerdeki insanların kaderlerine terk edildiği küresel “aşı apartheidına” katkıda bulunmuştur. Bu arada, Amerika’nın yeni soğuk savaş rakipleri, aşılarını maliyetine ya da maliyetinin altında başkalarının kullanımına sunarken, ülkelerin kendi aşı üretim tesislerini geliştirmelerine de yardımcı oldular.”
Ne salgın sürecinde kasalarını tıka basa dolduran ilaç tekellerinin ne de dünyada yaşanan her gerilim ve çatışmayla hisseleri zirve yapan silah tekellerinin Stiglitz’in bu “yumuşak güçle” hegemonya tesis etme önermesini ciddiye alması mümkün değil. Onlar emperyalist-kapitalizmin gerçek egemen sınıfları olarak dostlarını da düşmanlarını da, kullanmaları gereken araçların öncelik sıralamasını da biliyorlar. Emperyalist-kapitalizmin küçük-burjuva eleştirmenlerinin temel argümanları zaman ne kadar geçerse geçsin neredeyse hiç değişmiyor. Emperyalist-kapitalizmin bunalımının her derinleşme sürecinde eski argümanlar yeni kılıklar altında tedavüle giriyor. Yüz küsur sene evvel emperyalist savaş dünyayı kana ve ateşe boğarken yazan Karl Kautsky, emperyalist egemen sınıflara, barışçıl serbest ticaret aracılığıyla savaşa ve silahlara bu kadar para harcamadan hedeflerine daha kolay ve daha ucuz ulaşacaklarını anlatıyordu. Tabii dinleyen olmadı.
Yine olmayacak…
Zengini daha zengin etmeyen bir kapitalizm…
Diğer ülkeleri sömürmeyen tersine onlara yardım eden bir emperyalizm…
Emperyalist-kapitalizmin bunalımın derinleştiği süreçlerde küçük-burjuva katmanlar içinde “kusurlarından arındırılmış” bir kapitalizm hayali güç kazanır. Hayat ise emperyalist-kapitalizmin işleyiş biçimi doğrultusunda akar. Bu akışı değiştirecek olan sınıf mücadelelerinin gelişimi içinde oluşacak yeni sınıfsal güç dengeleridir. Uluslararası Finans-kapital emekçi sınıfların bilinç-örgüt-eylem bütünlüğünü geliştirerek yaratacağı basınç karşısında geri adımlar atacak, devrimci gelişmenin yönünü saptırmak için “reformlara” ikna olacaktır kuşkusuz ama bir kez daha yinelemek gerekir ki, bunun önkoşulu proletaryanın bilinç-eylem-örgüt bütünlüğünü geliştirerek Finans-kapital üzerinde yaratacağı devrimci basınçtır. Geri kalanı, küçük-burjuvazinin lafı-güzafıdır.
Bir sefalet olarak NATO yanlısı solculuk: Zizek örneği
Emperyalizmin derinleşen bunalımı savaş, yoksulluk gibi sonuçları daha geniş çaplı yaratırken, gelişmelerden dehşete kapılan küçük-burjuva solculuğu da giderek daha gerici pozisyonlara savruluyor. Tanınmış “Marksist filozof” Slavoj Zizek İngiltere’nin sahte solcu gazetesi Guardian’da söz aldı. (Pacifism is the wrong response to the war in Ukraine, Slavoj Žižek) Zizek Ukrayna’daki savaşa ve NATO’ya dair pozisyonunu şöyle ifade etti: “Ukrayna direnişinin büyüklüğünü tam da bu noktada görüyorum: pragmatik hesaplara meydan okuyarak imkansızı göze aldılar ve onlara en azından tam destek borçluyuz ve bunu yapmak için daha güçlü bir NATO’ya ihtiyacımız var – ama ABD politikalarının bir uzantısı olarak değil. Ukrayna’nın savaşına destek vermek solcu bir duruştur.» Yanlış okumadınız… «Marksist Filozof” Zizek’e göre, Putin emperyalizminin tehdidi altındaki dünyanın özgürlüğünün teminatı NATO’dur. Bu nedenle, NATO genişlemeli ve güçlenmelidir. Tabii Zizek Joe Biden ya da onun uşağı Zelenskiy değildir. “Marksist” olduğu için belirtme gereği duyar: “ABD politikalarının uzantısı” olmayan bir NATO genişlemeli ve güçlenmeli, dünyayı Putin emperyalizminden korumalıdır.
“ABD politikalarının uzantısı olmayan” bir NATO kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Tıpkı “Zengini daha zengin etmeyen bir kapitalizm”, “Diğer ülkeleri sömürmeyen tersine onlara yardım eden bir emperyalizm” gibi… Sahi faşist şef Bahçeli ile “Marksist Filozof” Zizek arasında gerçeğin bütünüyle çarpıtılması bahsinde kayda değer bir fark var mıdır? Faşist şef konuşmasında “zengini daha zengin eden bir sahtekarlık sisteminin” Nobel ödüllü Amerikalı iktisatçı tarafından deşifre edildiğini söylüyordu. Uzağa gitmeye gerek yok, Faşist şefin arkasında sapasağlam durduğu hükümetin uyguladığı “faiz lobisi” karşıtı politikalar marifetiyle son bir yılda Türkiye’de bankalar Merkez Bankası’ndan % 14 halktan % 17’e aldıkları paraları hazineye % 23’ten satarak ihya olmuş durumda. Bu sayede, banka karları 2022 yılının ilk dört ayında 3 kat artmış. Yani “faiz lobisi” karşıtı politikalar “faiz lobisinin” karlarına kar katmış. Zizek’in “ABD politikalarının uzantısı olmayan NATO” hayali ile faşist şefin “zengini daha zengin yapmayan kapitalizm” hayali aynı sınıfsal temelden beslenir. Bu nedenle saikler ne kadar farklı olsa da, “NATO’nun genişlemesi ve güçlenmesi” hedefinde birleşir. “Moskof” düşmanlığının sağına ve soluna keyifle yerleşir.
Bu durum o kadar öyledir ki, “Marksist filozof” hayatın gerçek akışının farkında olduğu için şunları yazma gereksinimi duyar: “Peki “Avrupa ve Amerika’daki seçmenler, artan enerji maliyetleri ve Rusya’ya yönelik yaptırımların yol açtığı daha geniş çaplı enflasyonla karşı karşıya kaldıklarında, sonu yokmuş gibi görünen ve her iki taraf da uzun süreli bir çıkmaza doğru ilerlerken ihtiyaçları giderek artan bir savaşa olan iştahlarını kaybedebilirlerse” ne olacak? Cevap açık: o noktada Avrupa mirası kaybolacak ve Avrupa fiilen bir Amerikan ve bir Rus nüfuz alanı arasında bölünecektir. Kısacası, Avrupa’nın kendisi sonu gelmeyecek gibi görünen bir savaşın mekanı haline gelecektir…”
Önce şu soruyu sormak gerekiyor: “Sonu yokmuş gibi görünen ve her iki taraf da uzun süreli bir çıkmaza doğru ilerlerken ihtiyaçları giderek artan bir savaşa olan iştah” esas olarak kimin iştahıdır? Bu konuda sağda ve solda hemen herkes aynı fikirde, Avrupa üzerindeki “hegemonyasını” Ukrayna savaşı üzerinden sıkılaştırıp, Rusya’ya karşı “uzun vadeli bir yıpratma savaşı” vermek isteyen ABD emperyalizminin. Zizek’e göre, durum böyle olduğu için, Fransa’dan solcu Melenchon, sağcı Le Pen ile, ABD’den solcu Noam Chomsky ABD eski Dışişleri Bakanı Kissinger ile yanlış bir biçimde yan yana düşmekte ve Ukrayna’nın belirli toprak kayıplarına mal olsa da acil bir barış antlaşması talep etmektedir. Zizek’e göre, bu mücadelede bu tür “barışçı” tekliflere yek yoktur. NATO büyümeli Rusya’yı ezmeli ve dünyayı özgürleştirmelidir.
Oysa Almanya, Fransa ve İtalya egemen sınıflarının siyasi temsilcileri Zizek’in yazısından kısa bir süre önce hep birlikte Kiev’e gitmiş, Ukrayna’ya desteklerini vurgulamış, aynı zamanda Avrupa’yı “uzun süreli bir savaşı alanı olmaktan” kurtarma hedefine dayanan bir perspektifle, savaşın uzamaması ve daha geniş bir alana yayılmaması yönlü yaklaşımlarını ortaya koymuşlardı. Zizek’in yaklaşımında açığa çıktığı gibi, küçük-burjuva solculuk bir kez daha Avrupa egemen sınıflarına gerçek çıkarlarının nerede yattığını anımsatmakta, onlara “Avrupa değerleri” için sonuna kadar savaşmayı vaaz etmektedir.
Avrupa egemen sınıfları gerçek sınıf çıkarlarını kuşkusuz soytarı “Marksist Filozof” Zizek’ten daha iyi bilmektedir. Daha iyi bilmektedirler çünkü ABD baskısıyla uygulanmaya başlayan ekonomik yatırımlar sonucunda Avrupa’da kesilen Rus petrolü talebi Asya’ya kaymış; Rusya kasasında biriken gelir Çin ve Hindistan’ın alımlarıyla savaş öncesi dönemden daha yüksek bir noktaya ulaşmıştır. Bu bilgileri Uluslararası Enerji Ajansı vermektedir. Aynı yaptırımların ABD ve Avrupa’da yarattığı sonuç ise artan enerji ve gıda fiyatları ve yükselen enflasyondur.
Rus ham petrolünün Avrupa satışları geçen Mart ayından Mayıs’a günlük 554.000 varil düşmüş ama Asya’ya satışları 504.000 varil yükselmiştir. Hindistan’ın satın aldığı Rus ham petrolü bir yıl önceye göre 8 kat artmış, Mayıs ayında günlük 841.000 varile ulaşmıştır. Batılı Enerji ve Temiz Hava Araştırma Örgütünün sunduğu verilere göre, Rusya’dan satın alınıp Hindistan’da rafine edilen petrol ürünleri gemilerle taşınıp Fransa, İngiltere, ABD ve İtalya’ya satılmaktadır. (Asia is buying discounted Russian oil, making up for Europe’s cutbacks., New York Times, June 22)
Gazeteciler bu verileri öğrendiklerinde, bir Amerikan enerji danışmanlık şirketi yetkilisi olan Jeff Brown’a soruyorlar: “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?” Brown yanıtlıyor: “Temel gerilim bu – Rusya’yı cezalandırmak istiyorlar ama petrol fiyatlarının yükselmesini istemiyorlar.”
Bu gerilimden ötürü, rafine edilmiş petrol ürünlerini daha yüksek fiyatlarla Hindistan’dan satın alıyorlar. Bu durum en fazla Avrupa emekçi sınıflarını vuruyor ve yükselen tüketim maddeleri fiyatları ve enflasyon nedeniyle Avrupa’nın hemen her köşesinde emekçi hoşnutsuzluğu artıyor. Brüksel’de alanları dolduran Belçikalı emekçiler, İngiltere’de hayatı durduran demiryolu çalışanları hayat pahalılığı ve enflasyona karşı sesini yükseltiyor. Bu durumun kaynağının “Rus emperyalizminin yayılma arzusu” değil kendi egemen sınıflarının emperyalist hegemonya arzuları olduğunu sınıf bilinçli emekçiler çok iyi biliyor ve tüm afiş, pankart ve sloganlarından bunu görmek mümkün.
Avrupa’da sınıf bilinçli işçiler gerçeği tüm açıklığıyla görüp eyleme geçerken, “Marksist Filozof” tüm derinliğiyle bu naif düşüncelerden arınmayı, Rusya’ya karşı savaşta NATO’yu genişletmeyi ve güçlendirmeyi, “Batılı değerlerin ipine tutunmayı” öneriyor. Emperyalizm ve Finans-kapital tanrıdan bu “radikal Marksist Filozoftan” daha fazla ne dileyebilir ki?
Zizek Nato genişlemeli ve güçlenmeli diyor ancak NATO’nun zaten onun bu çağrısına gereksinimi yok. Kuşkusuz Zizek’in bu çağrılarından memnundur ve Guardian sütunları bu “radikal Marksist Filozofa” bu memnuniyet nedeniyle açılmıştır. Zizek bir süre öncesine kadar, Putin’in “ideolojik silahı” Russian Times’ta “radikal” yazılar yazıyordu. Batıdaki karşı propagandaya rağmen bu mecrada düşüncelerini son derece özgürce yazabildiğini ballandırarak anlatıyordu.
NATO genişleme ve güçlenme yolunda kendi hedefleri doğrultusunda zaten yürüyor. Zizek’e özel olarak gereksinimi yok ama soldan böyle bir destek geldiğinde bunun kıymetini bilecek kadar siyasi deneyimi var. NATO Asya-Pasifik’te Çin’i kuşatma hedefi doğrultusunda kesintisiz bir faaliyet yürütüyor. Genişleme ve güçlenme arayışı hız kesmiyor. Başkan Biden Temmuz ayında Ortadoğu seyahatine çıkıyor ve aklı başında tüm yorumcular bu seyahatin temel amacının Trump’ın gerçekleştiremediği “Ortadoğu NATO’su” için zemin oluşturma olduğunda birleşiyor. İran karşıtı cephede birleşecek bir Ortadoğu NATO’su için bir kez daha zemin yoklanıyor. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Salman’ın Mısır, Ürdün ve Türkiye rotalı seyahati Ortadoğu NATO’su için bir ön zemin yoklaması anlamına geliyor. Başkan Biden Temmuz’daki seyahatinde İsrail ve Suudi Arabistan’ı ziyaret edecek ve Suudi Arabistan’da diğer Körfez Krallarının katılacağı bir zirve toplanacak.
Bir kez daha belirtmeli, NATO Amerikan emperyalizminin dünya hakimiyeti hedefi doğrultusunda düşe kalka yürüyor. Bu zorlu yürüyüş sırasında Zizek ve benzeri solcu soytarıların güçlü NATO desteğini kuşkusuz keyifle izliyor. NATO kendi içinde yaklaşım farklılıkları nedeniyle giderek daha fazla bölünüyor ve bunun temelinde Avrupa emekçilerinin Ukrayna savaşının yarattığı sonuçlar karşısında gelişen hoşnutsuzlukları yatıyor. Avrupa Konseyi Dış İlişkiler Konseyinin son araştırma raporunda sunulan veriler bu duruma ışık tutuyor.
Ukrayna savaşında Zizek tarzı bir tutuma sahip olan Avrupalıların savaşın ilk dönemine göre sayısal olarak düşüşe geçtiği ve savaşın bir anlaşmayla çözülmesi yanlısı Avrupalıların sayısının artmakta olduğu bu araştırmada tespit edilen bir gerçeklik. Anlaşma yanlısı Avrupalıların temel gerekçesinin savaşın yarattığı şartların kendi yaşam koşulları üzerindeki etkisi olması araştırmayla ortaya çıkan bir başka gerçek. Yani Avrupa’nın sıradan emekçileri hem kendilerinin hem de kendi coğrafyalarının geleceğinin Rusya’yı yok etmeyi hedefleyen büyük bir savaşta değil, çatışmanın bir anlaşmayla sona erdirilmesinde görüyor. Bu sonuca ulaşmak için tabii ki çok derin bir “Marksist Filozof” olmaya gerek yok, bunun için kendi sınıfsal ihtiyaç ve çıkarlarını önplana alan ortalama bir emekçi olmak yeterli.