Sosyalist hareket ile feminist hareket arasındaki ilişki son 35 yıldır iki farklı kanaldan seyrederek ilerliyor. Birincisi genel olarak açıkça ya da örtülü biçimde feminizmi hala burjuva siyaseti olarak gören ve öncülük edilmesi gerektiğini düşünen akım. İkincisi, sosyalist örgütlerin içinde kendine feminist diyen kadınların güç kazanmasıyla örgütlerin içinde ve/veya bu örgütlerden özerk feminist örgütlenmeler yaratılması. Farklı ve ortak noktalarıyla her iki akımın feminist siyaset ile ilişkisini tarih, kuram ve güncel siyaset bağlamında iki ayrı yazıda tartışmaya çalışacağım. Bu yazı ilkine ilişkin…
Feminist hareketin güçlenişi ve kadınların AKP karşısındaki direnişi toplumsal muhalefetin gözlerini kulaklarını harekete çevirmesini sağladı. İlginç biçimde feminist hareketin “hâlâ” kendi kararlarını alabilecek bir hareket olmadığı yaklaşımı egemen. Feminist gece yürüyüşlerine akıl vermeler, sık sık kadın hareketine öncülük misyonuyla tamamlanır oldu. Sosyalist hareketin büyük bölümünde ise kadın hareketine [ve aslında tüm muhalif hareketlere] öncülük etme misyonunu kendi kendine atfetme kibri maalesef her daim mevcut. Tam da bu noktada feminist hareketin/kadın hareketinin gelecekte, AKP sonrasında da bu gücünü/yan yana gelişini/dayanışmasını koruması için politik ilişkilenme biçimlerini ve öngörülerini tartışması gerekiyor.
İşçi kadın hareketi ve feminist hareket
Sosyalistlerin feminist harekete öncülüğü meselesinin sık sık Marksist Leninist literatüre referansla ele alınması sebebiyle, ML hareketin, bilebildiğim kadarıyla, tarihine ve kurama göndermelerle bir tartışma yapmaya çalışacağım. Çünkü bir hareketin bir mücadeleye öncülük edebilmesi için önce doğru politik analizleri yapmış, tarihsel ve kuramsal arka planı sağlama almış olması gerekir.
Öncelikle feminizmin burjuva bir siyasal akım olduğunu ispat etmek için alıntı yapılan Aleksandra Kollontay, Clara Zetkin’e ve Rosa Luxemburg’da hiçbir biçimde “feminist harekete öncülük” gibi bir hedef, analiz vs. olmadığının altını çizelim. Bahsettiğimiz sosyalist kadın önderlerin tüm yazılarında ve konuşmalarında iki ayrı hareketten söz edilir: İşçi kadın hareketi ve “burjuva” feminist hareket. Dönemin feminist hareketi de bir hayli etkili ve katılımlı eylemler örgütlüyor olmasına rağmen hiç “burjuva” feministlerin eylemlerine gidip kızıl bayrak açıp ya da pankartın önüne geçip öncülük etmek gibi bir anlayış görmedik yazılanlarda ve tarihte. Örneğin Clara Zetkin Die Gleichheit’ta hep feministlerin bütün kadınlar için talep ettiği oy hakkının, işçi sınıfından kadınların hayatında sermayenin sömürüsü söz konusu olduğu sürece esastan bir değişim yaratmayacağını bu yüzden işçi kadınların oy hakkını aşan sınıf mücadelesinde erkek işçilerle omuz omuza yer alması gerektiğini anlatır. Keza Kollontay’ın da hiç Rusya’da işçi sınıfından kadınların “burjuva” feministlerin eylemlerine gidip orada sınıfın sesini egemen kılmaktan bahsettiğini görmeyiz. Olsa olsa feministlerin toplantılarına bir kereliğine katılıp neden birlikte mücadele edemeyeceklerini anlatma isteğinden bahsedebiliriz. Yani kadınların kurtuluşu için verilen mücadeleyi işçi sınıfından kadınlarla vermeyi savunurken “burjuva” feministlere gelin peşimize takılın biz size öncülük edelim, size biz akıl verelim eylemleri birlikte örgütleyelim dememişler.
1920’lere yaklaşılırken Aleksandra Kollontay, Rosa Luxemburg ve Clara Zetkin’in tek başına oy hakkı kazanmalarının işçi kadınların hayatında hiçbir şey değiştirmeyeceğine ilişkin analizleri 1920’lerden 40’lara kadar olan süreçte yanlışlandı. Avrupa’da devrimler yenilmiş olsa bile kazandıkları oy hakkı kadınların savaşlardan sonra doğrudan işsiz kalmalarını büyük oranda engellerken, boşanma, velayet, eğitim ve çalışma hakkı gibi yasal düzenlemeler, erkek burjuva siyasetçiler kadınların da oylarına talip olmak zorunda kaldıkları için hayata geçirildi. Yani dönemin feminist hareketinin talep ettiği “burjuva-liberal” yasal haklar işçi sınıfından da kadınların hayatında bir tür “siyasal devrim” diye tanımlanabilecek değişimler yarattı. Ama tabii yine de erkek burjuva hukukunun içinden elde edilen feminist kazanımları, mesela İstanbul Sözleşmesi’ni geri almak için verilen mücadeleyi, liberal buluyor olabilirsiniz. Esas hedefin yüz yıl önce Clara Zetkinlerin, Kollontayların öngördüğü biçimde özel mülkiyeti aşmak olduğunu, her gün en az üç kadının öldüğü bir süreçte bunlara takılmadan nihai sosyalist hedefe odaklanmak gerektiğini düşünebilirsiniz. Ancak feminist hareket 1987’deki dayağa karşı yürüyüşten bu güne yaklaşık otuz beş yıldır erkek şiddeti ile mücadeleyi böyle verdi ve sosyalist kadınların örgütlenmesine de engel olmadı. Doğrusu bunca yıldır, mesela Clara Zetkin gibi Die Gleichheit’ta “burjuva” feministleri eleştirirken bir yandan da işçi sınıfından kadınların içinde örgütlenmek ve bir işçi kadın hareketine önderlik etmektir; otuz beş yıl boyunca sadece feministler niye yanlış yoldalar diye yazmak değil.
Kadın ezilmişliğinin analizi
Peki, hep alıntı yapılan Engels, Lenin, Clara Zetkin ve Kollontay kadın ezilmişliğinin maddi temelini nasıl analiz ederler… Yazılarında öncelikle, kadınların ev içinde ve ücretli emek gücüne katıldıklarında maruz kaldıkları ezilme ve sömürünün nedeni olarak cinsiyete dayalı iş bölümü ve özel mülkiyetin altının çizildiğini görürüz. Hepsinde kendi çağları için önemli bir tartışmaya yanıt, kadınların işçi sınıfına dâhil olmasına işçi erkeklerin ve sendikaların gösterdiği dirence karşı duruş vardır. Marx ve Engels 1880’lerin başında kadınların işçi sınıfının doğal bileşeni olarak kabul edilmesinin ötesinde eşit işe eşit ücret talebinin sınıf mücadelesi için öneminin altını çizerler. Kadınların erkeklerin mülkü sayıldığı çekirdek ailenin burjuva aile formu olduğunu ve özel mülkiyet söz konusu olmadığı için kadınların işçi sınıfına katılmasıyla bu aile formunun işçi sınıfı içinde çözüleceğini varsayarlar. 1840’larda işçi sınıfı içinde de daha yeni yeni norm haline gelmeye bağlayan çekirdek aile modelinin patriyarkanın yanı sıra kapitalizmin de kendini yeniden üretmesinin maddi ve ideolojik temeli haline geleceğinin öngörülememiş olması olağan. Henüz patriyarka ile sermaye arasındaki, kadınların ücretli işgücüne katılması üzerinden yaşanan gerilimin bir uzlaşı[1] noktasına gelmediği ve aile kurumunun işçi sınıfı içindeki bugünkü formunun belirginleşip sabitlenmediği bir dönemde yapılan analizlerden söz ediyoruz. Altını çizerek belirtelim böyle bir web sitesi yazısının sınırlı çerçevesinde devasa bir kuramsal tartışmaya girmiyor, bir yanlış analiz iddiasında bulunmuyor, sadece dönemin sınıf mücadeleleri bağlamında analizlerinin çerçevesini tartışıyoruz.
1800’lerin sonundan Ekim Devrimi günlerine kadar olan süreçte ise Lenin ve Kollontay, kadınların ev işlerinin boğuculuğundan kurtulması için kadınların işçi sınıfına katılması gerektiğini böylece feodaliteden kalma aile değerlerinin, cinsiyetçi iş bölümünün çözüleceğini ve sermayeye karşı kadın ve erkeklerin sınıf mücadelesi içinde bir araya gelmeleri gerektiğini anlatırlar. Kollontay Ekim Devrimi’nden sonra Sverdlov Üniversitesi’nde verdiği derslerde, çocuk bakımının kamusal olarak üstlenildiği koşullarda kadın işçilerin artık çekirdek aile kurmayı istemeyeceklerini evlenmeyi tercih etmeyeceklerini ve komünal evlerde yaşamaya başlayacaklarını böylece burjuva çekirdek ailenin çözüleceğini söyler.
Ve “öncü” sola kötü haber, Marx, Engels, Lenin, Kollontay, Clara Zetkin ve Rosa’da, kadınların ev içinde yaptığı işlere ve karşılıksız kalan kadın emeğine aslında kimin el koyduğuna ilişkin bir analiz yoktur. Yani ev içi kadın emeğine ilişkin bugünün devrimci eylemi için muhtaç olunan analiz kuramınızda mevcut değildir. Karşılıksız kalan ev içi kadın emeğinin siyasetini doğal olarak 1900’lerin başındaki sınıf siyasetinde görmeyiz. Kadınlar söz konusu olduğunda sosyalist siyaset, işçi sınıfına katılım ve ücretli kadın emeği üzerinden yapılmaktadır. Kadınların ev içindeki karşılıksız kalan emeklerine ilişkin analiz, ikinci dalga feminist hareket ile ortaya çıkar. Hani şu sevişme, erkek şiddeti, siyasette neden hep biz geride kalıyoruz, mesele evin içinde ve yanımızdaki solcu erkeklerde de diyerek ortaya çıkan ikinci dalga feminist hareketin içinden çıkar ev emeğinin maddeci analizi. Örneğin [farklı düşünsek de] Marksist feministlerden Margaret Benston ev işinin sermaye açısından önemini ve patriyarkanın temeli olduğunu ortaya koyarken, [yine farklı düşünsek de] Selma James, Dalla Costa, Sylvia Federici kadınların ev içindeki emeklerinin bizzat artı değere olan katkısını ele alır hatta ev içindeki üretimin sermaye için yapılan bir üretim olduğunu öne sürerler. Emek gücünün ertesi iş günü için yeniden üretimi denilen sürecin, bir sistem olarak patriyarkanın temelini oluşturduğu tezi ikinci dalga feminist hareketin bir ürünüdür. Marksist feminizm[2] başlığı altında toplayabileceğimiz bu çizgi bir sistem olarak patriyarkayı ortaya koymakla birlikte patriyarkanın artık kapitalizmce belirlendiğini ve dönüştüğünü ifade eder. Yani aynı sosyalistler gibi feminist mücadelenin öncelikli hedefinin sermaye olması gerektiğini işaret etmekle birlikte mücadelenin öznesi olarak feminist hareketi görürüler ve sosyalistlerin öncülüğünden filan bahsetmezler.
En basit haliyle, ne tür bir sosyalizm diye tanımlarsak tanımlayalım, üretimin kâra ve ranta dayalı olarak örgütlenmediği [reel] sosyalizm deneyimlerinde ne özel mülkiyetin ortadan kalkması ne de tüm kadınların işçi sınıfına dâhil olması çekirdek aileyi çözebilmiş ve kadınların kurtuluşunu mümkün kılmıştır. Kapitalizm yıkıldığında bile kadınların evde erkeklere hizmet ediyor oluşu, 1960’ların sonunda ikinci dalga feminist hareketin ev içi emeğin maddeci tahlillerini yaparken bir sistem olarak patriyarkayı işaret etmesinde elbette belirleyici olmuştur. Ve mücadele hedefine patriyarkayı koyduğunda da artçısının da öncüsünün de feminist hareket olduğu bir mücadele doğal olarak ortaya çıkmıştır.
Sonuçta…
Ama yine de illa biz 20. yüzyılın başındaki önderlerden el aldık öncülük bize yakışır denirse… Lenin, öncülük, Bolşevikler vs. diye bahsettiğinde, işçi sınıfının öncülüğünden ve/veya işçi sınıfının öz örgütlenmeleri olan Sovyetlerde Bolşeviklerin çoğunluk olmasından bahseder. Sınıf olarak proletaryanın devrimci eylemi ve politikasıyla tüm ezilenlerin mücadelesini kapsayacak bir siyaseti inşa edeceğini anlatır. Bolşevik Parti gitsin de Sosyalist Devrimcilerle Sol Sosyalist Devrimcilerin Bolşeviklerin öncülüğünü kabul etmeleri gerektiğini ikna için yazsın, çizsin, köylüleri peşine taksın demez; mesela Sol Sosyalist Devrimcilerin programını benimser. Yani yine başa dönersek, kadınların kurtuluşuna öncülük etmek isteyen sosyalist sol için işçi sınıfından kadınların içinde örgütlenerek kadın kurtuluş siyaseti yapmanın da 8 Martlarda on binlerce işçi emekçi kadınla birlikte kızıl bayraklarla yürümenin de önünde hiçbir engel yok… Feminist hareket kendi bildiği yoldan giderken kadın işçiler içinde daha güçlü ve etkili bir örgütlenme gerçekleştirecek sosyalistlerin tüm kadınlara “öncülük” yapmasının önü açık hep açık!
Peki, neden çok yaygın biçimde başta feminist harekete olmak üzere öncülük misyonuyla kendini donatmış olan sosyalistler, feminist hareketi/kadın hareketini, Alevileri, ekoloji mücadelesi verenleri “ve” fabrika önlerinde direnen işçi sınıfını eşitleyerek ve kendilerini tüm sınıf mücadeleleri tarihiden ve kuramından azade kılarak bütün bu mücadelelerin öncüsü olduklarını ilan ederler? Buna ilişkin olarak en akla yakın siyasi analiz, maalesef reel sosyalizmin yıkılışıyla sosyalist hareketin sınıfla bağlarının da büyük ölçüde kopması, sosyalist hareketin nerde bir hareketlenme görse oraya umut bağlaması ve radikal demokrasi[3], çokluk vs. türündeki sol liberal analizlerin ideolojik etkisi altında sınıf merkezli örgütlenmeden uzaklaşması olarak görünüyor. Yeni toplumsal hareketler ittifakını öngören sol liberalizmin etkisi altında allı morlu çok renkli örgütlenmelerin, bir ittifaka öncülük misyonunun, Marksizm Leninizm’e ikame edilmeye çalışılması çok yaygın. Hani kimin sınıf mücadelesini nasıl vereceği feminist hareketin meselesi elbette değil, isteyen istediği yeni toplumsal hareketle sınıf mücadelesini eşitleyen bir yaklaşıma sahip olabilir. Ancak feminist hareket söz konusu olduğunda mesele şu ki, feminizm yeni toplumsal hareket değil bir toplumsal harekettir ve kapitalizmin doğrudan/dolaylı yansımalarına karşı değil bir sistem olarak patriyarkayı merkeze alarak mücadele eder.
Ancak tüm tarih kuram vs. tartışmalarının ötesinde kadın platformlarında yan yana geldiğimiz sosyalist kadın arkadaşların yayınlarında, konuşmalarında kadın hareketine öncülük etme iddialarına yapılabilecek belki de en esaslı yorum: “Ayıp”… Çünkü kadın mücadelesi içinde farklı ezilmişliklerden ve mücadelelerden gelen kadınların erkek egemenliğine karşı birbirinden öğrenerek, deneyim paylaşarak, eşit haklı bir ilişki içerisinde dayanışma örgütleyerek direnirken, yanlarındaki kadınlara öncülük ettiklerini düşünmeleri ya da bunu planlamaları ve bu fikirlerini de yayınlarında, konuşmalarında paylaşmaları ancak siyasi değil etik kavramlarla değerlendirilebilir belki de…
[1] Kadınların esas görev yerinin ev olduğu ve ücretli emek gücüne katılmalarının ancak ihtiyaç hâsıl olduğunda ve kadın işleri denilen düşük ücretli, güvencesiz işlerde çalışmalarının norm kabul edildiği uzlaşı bu. Ki aslında kadınların ev dışında ücretli çalışmasına ihtiyaç duyulmayan çekirdek işçi sınıfı ailesi de Batı metropollerinde bile işçi sınıfının her daim çok küçük bir kesiminin sahip olduğu bir gelir düzeyine işaret ediyordu.
[2] Sosyalist feminizm, ikili sistem kuramı vd.lerine ilişkin analiz ve tartışmalar sosyalist sol ile bağlantılı olarak bu yazının daha sonra yayımlanacak ikinci bölümünde ele alınacak. Bu ilk bölümde özel olarak Marksist feminizmin anlatılma sebebi sosyalist sol ile benzer görünen kapitalizmin erkek egemenliğinin dönüşümünü belirlediği tezine karşı Marksist feminizmin patriyarkayı bir sistem olarak gördüğünün ve feminizm içi bir ayrım/akım olduğunun ifade edilmek istenmesi
[3] Hani bir açıklamaya gerek var mı emin değilim ama yine de belirteyim: Bir demokrasi cephesinin programı olarak radikal demokrasi çatısı altında buluşmaya değil sınıf mücadelesinin, proletarya sosyalizminin yerine ikame edilen bir radikal demokrasi anlayışına yönelik bir eleştiri söz konusu olan.